reklam

reklam

06/05/2025

Sekülerizmin Gölgesinde: Birey ve İnanç

 

Modern dünyanın hızla değişen dinamikleri, gençlerin hayatında derin izler bırakıyor. Sekülerizm de bunlardan biri. Sekülerizmin günümüzdeki yükselişi, dinin ve manevi değerlerin gençler üzerindeki etkisini zayıflatırken, onları yalnızlık ve anlamsızlık duygularıyla baş başa bırakıyor. Bu süreç, gençlerin kimlik arayışlarını ve ruhsal dengelerini olumsuz yönde etkiliyor. Genç olsun yaşlı olsun fark etmeksizin bireyler kültürlerinden ve dini inanışlarından uzaklaşıyor.

Etrafımıza baktığımızda; tarihine küsmüş, kültürden uzaklaşmış insanların çoğalmış olmasının ayrıca toplumsal bağların zayıflaması ve toplumsal erozyonun yaşanmasındaki nedenlerinden biri de, dinin hem kamusal alandan çekilmesi hem de toplum kültürlerinden uzaklaştırılması ve bireylerin manevi rehberlikten yoksun kalmasıdır. İnsanlar bu boşluğu doldurmak için farklı arayışlara yönelirken, çoğu zaman yüzeysel ve geçici tatminlerle yetinmek zorunda kalıyor. Nedir bu geçici tatminler? Maddi başarılar ve tüketim kültürü tabiki. Manevi değerlerin yerini işte bu geçici tatmin olarak nitelendirebileceğimiz maddi başarılar ve tüketim kültürü aldığında, insanlar içsel huzuru bulmakta zorlanıyor. Bu durum, onların ruhsal sağlığını ve genel yaşam kalitesini olumsuz etkiliyor. Çünkü bu tatminlerin ucu bucağı yok.

Peki dinin bu payede bireyde ve kültürde yeri nedir? Din, bireylerin kimlik oluşumunda önemli bir rol oynar. İnanç, bireyin kendini ve dünyayı anlamlandırma sürecinde bir rehberlik sunar. Ancak, sekülerizmin etkisiyle, insanlar bu rehberlikten mahrum kalıyorlar. Dinin sunduğu ahlaki ve etik değerler, insanların doğru ve yanlış arasında sağlıklı seçimler yapmasına yardımcı olurken, seküler bir dünyada bu değerler giderek silikleşiyor. Bu da kişilerin ahlaki pusulalarını kaybetmelerine ve toplumsal normlardan uzaklaşmalarına yol açıyor. Akşam evde televizyon karşısında izlediğimiz haberlerden de belli değil mi zaten. Haberlerde izlediğimiz o kadın cinayetleri, haklı haksız arasındaki adaletsizlik, taksim edilen ölçülerdeki dengesizlik hep insanların ahlaki ve etik değerlerindeki şiraze bozukluğundan değil midir? Hedefe ulaşan her yol mübahtır halini almış ve hırslarla maddeleşmiş bir toplum yok mu sizce de dünyada. Maddeleşmiş toplumda maddenin kimyası gereği sert ve güçlü olan kazanıyor. Hâlbuki ki din ve dini kültürler; bireyler arasında güçlü bir bağ kurar ve toplumsal dayanışmayı pekiştirir, bireysel kimlikleri güçlendirir. Örneğin; Ramazan ayının bereketi, dini bayramların sevinci ve kandil gecelerinin manevi huzuru, geçmişin ve günümüzün kültürel kimliğinin ayrılmaz parçalarıydı. Çocukların bayram sevinci, gençlerin ata ziyaretleri, büyüklerin ise bitmeyen evlat özlemleri bu günlerde birkaç günlüğüne de olsa birlikte yaşanırdı. Ancak sekülerleşme rüzgarları bu gelenekleri de silip süpürdü. Yerini daha seküler ve yüzeysel olan hafta sonu tatilleri, bayram tatilleri gibi kavramlar aldı. Yani dini ve kültürel ritüellerin toplumsal yaşamdan çekilmesi, insanları yüzeysel ilişkilerde derin bir anlam ve bağlılık bulmakta zorladı. Zaten de bulamadı. O yüzden toplumsal bağları zayıflayan insanoğlunun yalnızlık ve izolasyon duyguları arttı.

Görünen o ki sekülerizmin gölgesinde insanoğlu içsel huzuru ve anlamı bulmakta zorlanıyor. Dinin ve manevi değerlerin yeniden hayatımıza entegre edilmesi, hepimizin ruhsal sağlığını ve genel yaşam kalitesini artıracaktır. Bu süreç, sadece bizlerin değil, aynı zamanda toplumun da huzur ve refah içinde yaşamasını sağlayacaktır. Çünkü, manevi değerlerle donatılmış bir toplum bizden sonraki nesillere bırakmayı hayal ettiğimiz geleceğin teminatıdır.

 

Selametle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder