Yazının Yankısı
Söz uçar yazı kalır demiş büyüklerimiz. Bilginin korunması ve yazının önemine dair çok kıymetli bir söz. Suların sel haline gelip çağlaması için çok yağması gerek, yağmur ve karın… Sonrasında sel akıp gidince bıraktığı mil, kil ve kum bir berekettir çiftçiler için. Aynen bunun gibi sözlerin dizelere gelip inci tanesi gibi sıralanması içinde; kaynağının güçlü olması gereklidir elbette. Sonrasında gelen ise yazı demektir. Evet, “söz gider yazı kalır” çok önemli bir hatırlatma benim de dikkate aldığım. Öyle yazılar vardır ki, sahibi dünyada iken anlaşılamadığı halde öldükten sonra kıymetlenen ve anlaşılan, yıllandıkça önemi daha bir kavranan. Belki de bizim toplumumuzun genel bir karakteridir ölenlere daha kıymet vermek! Tıpkı; “kör ölür badem gözlü olur” ifadesinde olduğu gibi mi, yoksa gerçekten öyle olduğundan mı? Karar sizin…
İnsanı unutulmaz yapan geride bıraktığı izlerdir hiç kuşkusuz. Bu izlerin en önemlisi ise; eser halini almış yazılar değil midir? Âdemoğlu dünyadan gitse de kelimeleri kalmıyor mu, hayata atılmış imza ve ipliklerden örülmüş nakışlar gibi. Yıllar boyu adeta görmezden gelinerek insanların gadrine ve ihanetlerine inat, yazıları tek vefalı kalan olmuyor mu arkalarından…
İşte; “ilmin zabtı rabt altına alınması” tavsiyesinden, “İnsan hafızasının malullüğüne” dair söylenmiş sözlerin tamamının da haklılığı; çağlar ötesinden günümüze eserleriyle seslenen yazarların hâlâ okunuyor olmasında yatmıyor mu? Evet, yazar okundukça kendisini daha da bir yazmaya adayıp, vakfeder. İtici gücüdür bir bakıma okur kitlesi, yazarın motivasyonunda. Fakat yazdığı yazıdan beklenen ilgiyi görmemişse yazar, çokta önemsememeli bunu. Zira yazan önce kendisi için yazmalı. Her yazının, her okuyanda aynı düşünceyi uyandırmayacağı da muhakkaktır.
Her insanın yetişme biçimi ve kültürü farklı olduğundan okunan yazı, ayrı ayrı makes bulur insanların dünyasında. Herkesin hayata dair yaşanmışlıklarının ve algılamasının farklı olması bir zenginliktir aslında. Bu nedenledir ki, her okuyan farklı anlamlar yükler yazıya. Kendinden bir şeyler bulması nispetinde yazıdan etkilenir, onu sahiplenir, kendinde olanlara göre değerler yükler ve önemser, yazıyı da yazarını da. Sizin de böyle okuduğunuz ve sahiplendiğiniz yazı ve yazarlar yok mudur hiç? İçinde kendinizi bulduğunuz, sahiplendiğiniz ve tam benim duygu ve düşüncelerimi ifade ediyor ve “benim yarama tuz basıyor” dediğiniz. Her yazı birazda bireysel ve toplumsal gerçekleri bünyesinde barındıran bir iç sızısının dışa vurumudur aslında! Bir iz düşümü ve iç buruntusunun ifşası niteliğinde...
“Yazılmış her kelime ölüme karşı bir zaferdir” der, Michel Butor. O yüzden sürekli yazmalı insan! Hem de öncelikle kendisi için yazmalı. Kendiyle konuşmak için, kendini dinlemek için yazmalı. Kimi zamanda anlaşılmak için yazmalı elbette. Kalıcı olmak için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder