reklam

reklam

24/05/2025

Duygu Ve Akıl

 

İnsan, yaratılışı itibarıyla hem aklın hem de duyguların bir harmonisidir. Bu iki enstrüman, tıpkı gece ile gündüz gibi birbirini tamamlar, birbirine ihtiyaç duyar. Ancak zamanla, aklın soğuk ve hesapçı yüzü, duyguların sıcaklığına üstün gelmeye başladığında, insan ruhunda derin yaralar açılabilir. Aşırı rasyonellik, insana hayatın karmaşıklığı karşısında bir tür kalkan gibi görünse de, aslında bu kalkanın ardında insanın özünü unutturabilecek bir tehlike barınır. Bu tehlike insanın insan olma hasebiyle sahip olduğu duygu bütününden arınma manadan uzaklaşma sonucuna kadar götürebilir bizi.

Ben duyguya değil aklıma güvenirim demeyin sevgili dostlar. Duygulardan kendinizi ayırmayın. Çünkü duygular, hayatın derin manalarını, güzelliklerini ve zenginliklerini keşfetmemiz için bize rehberlik eder çoğu zaman. Bir gülün kokusunu içimize çektiğimizde, deniz dalgalarının kıyıya vuruşunu dinlediğimizde ya da sevdiğimiz birinin gözlerindeki ışıltıyı yakaladığımızda, aslında duygularımızın rehberliğinde yaşamın anlamına bir adım daha yaklaşırız. Oysa akıl, bu anları sadece birer veri, birer olay olarak algılar ve değerlendirir. Duyguların derinliğine inmek yerine, onları analiz edip kategorize etmeye çalışır. Hayatı sadece akılla kavramaya çalışmak, bir şiiri matematiksel formüllerle çözmeye çalışmak gibidir; belki dizelerin sayısını, kafiye düzenini çözersiniz ama şiirin ruhunu asla yakalayamazsınız. Halbuki şiir; okunma tarzı ve okuyanın ses tonu ile alakalı olarak bile okunan kişiye farklı duygular aktarabilir. Ya da şöyle düşünün; kulağınız çocuğunuzun sesini size ulaştırdı ve aklınız onun sizin çocuğunuzun sesi olduğunu anladı diye o sesle size ilk seslenişinin duygusunu ifade edemez.

Aklın tek başına hüküm sürdüğü bir dünya, sonsuz bir hesap makinesi gibi çalışır; her şeyin bir nedeni, her şeyin bir sonucu vardır. Ya da tıpkı bir bilgisayar gibi. Bilgisayar demişken; bilgisayar nesli dediğimiz çocuklarımıza bir baksanıza. Akılcı ancak romantikliği olmayan, neden ve sonuç ilişkisine bağlı bir algıda dünyayı anlamaya çalışan, duygudan mahrum bireyler hepsi. Bir bilgisayar oyunu açtığımızda ya da sanal olarak bir yeri gezdiğimizde gördüğümüz şey her şeyin yerli yerinde olduğudur. Ekranda bir doğa manzarası düşünün mesela; her şey çok güzel ama ağaç kokmuyor, çimen kokmuyor, teninize rüzgâr vurmuyor ve hep orada duruyor. İşte böyle bir dünyada insanın kalbi susar, ruhu körelir. Duyguların derinliği olmadan, sevginin, merhametin, şefkatin anlamı yitirilir. Bu, insanı insan yapan en temel değerlerin yavaş yavaş yok olduğu, mekanik bir dünyadır. Her şeyin bir cevabı vardır, ama hiçbiri tatmin edici değildir. Çünkü insan, sadece soruların cevaplarını değil, aynı zamanda hissetmeyi, deneyimlemeyi ve yaşamayı arar. Aklın gölgesinde kalan bir yaşam, sonsuz bir kış mevsimi gibi soğuk ve renksizdir.

Oysa duygular, aklın erişemediği yerlere ulaşır; insanın kalbinde filizlenen umut, sevgi ve inanç, aklın kavrayamayacağı derinliklere sahiptir. Bir anne, evladını kucağına aldığında hissettiği sevgi, akılla açıklanamaz; o sevgi, evrenin en derin sırlarından biridir. Bir insan, sevdiği için fedakârlık yaptığında, bu fedakârlığın arkasındaki güç akıldan değil, kalbin derinliklerinden gelir.

Duyguların bu derinliği ve zenginliği, insanı insan yapan asıl unsurdur. Aşırı akılcılık, bu zenginliği bir kenara iter; insanı sadece düşünen, hesaplayan ve analiz eden bir varlığa indirger. Ancak böyle bir insan, eksik kalır; çünkü insan, sadece aklıyla değil, aynı zamanda kalbiyle de vardır. Kalbin olmadığı bir yaşam, eksiktir; tıpkı güneşsiz bir gün gibi.

Bu yüzden, akıl ve duygular arasındaki dengeyi korumak, insanın ruhsal sağlığı ve yaşamın anlamı için hayati önem taşır. Bu iki güç, tıpkı bir kuşun iki kanadı gibidir; biri olmadan diğeri eksik kalır. O yüzden, akıl ve duygular arasındaki dengeyi kurmak, hayat semasında uçabilmek için gereklidir.

Selametle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder