Bir yazı yazmaya başladığınızda o yazı hakkında bazı
tanımlamalar yapılır. Ne yazısı olduğu, edebi olarak nasıl yazıldığı gibi.
Ölçüleri kelime zenginliği v.s Yani edebi değeri.
Birçok yazıda bir hikâyenin okuyucuya nasıl aktarılacağı ve
okuyucunun bunu nasıl daha iyi anlayacağına dair bazı kaygılar vardır. Bu
kaygıların sonucu yazarlar bazı kalıplara girerler ve çok azı beceri göstererek
kendisine has bir tarz oluşturur. Yani birçoğunda duygu gider şekil kalır.
İşte ben bu kaygıların hepsine karşıyım. Bir yazıyı yazarken
acaba ne anlayacaklar diye kaygı duymak yazarı duygu aktarımında kısıtladığı
düşüncesindeyim. Ancak dediğim gibi beceri gösterip kelimelere raks ettirenler
istisna.
Bence ; kelimelerin duygusu okuyanın aklı kadardır. Duygu
akıl süzgecinden nasıl geçer demeyin. Siz ne duygu katarsanız katın okuyan onu
almak istediği şekilde alacaktır. Belki de işin güzelliği budur. Kaygı gütmeden
yazmak ve ne anlatmış acaba diye düşünmeden okumak. Bir ressamın eseri gibi.
Bir ressamın resmindeki İLLÜSTRASYON, o resme bakanın hayata bakışıyla da
alakalı değil midir? Yani bir resmin karşısına geçip sanatçı acaba burada ne
anlatmak istemiş diye sorduğunuzda herkesten farklı bir duyguyu anlatan sözler
duyarsınız. Karanlık bir ormanda daldaki bir kuş resmi kimine göre o resmin
sevimliliği iken kimine göre ormanın karanlıkları resmin karamsarlığıdır.
Bence yazıda böyledir. Aynı şeyi okuyup farklı duyguyu
anlayabilir insanlar. Hal böyleyken yazar niye karşı taraf bunu nasıl anlamalı
yahut okuyucuya şu duyguyu nasıl vermeliyim kaygısı gütsün ki.
Tabii ki edebiyatı, edebi renkleri reddetmiyorum ancak;
yazar her duyguyu da edebiyata dökme kaygısında olmamalı. Çünkü edebi
zenginliği olup ta anlaşılamayan, duyguya geçmeyen, yani yazarın duygusunu
aktarmadığı yazılar boş sözler dizini oluyor.
O yüzden; edebi zenginliği olmasa da ve anlaşılamasa da
bence siz duygularınızı yazın.
Başkaları için değil, kendiniz için yazın.
Selametle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder