İnsanlık tarihi, iyilikle kötülüğün, dürüstlükle fesatlığın
birbirine karşı sürekli bir savaş verdiği uzun bir yolculuğu andırır. Öyle bir
yolculuktur ki bu içinde kolay ifade edilebilenler olduğu gibi, tarifi tanımsız
birçok duygular, davranışlar, niyetler de barındırır. İnsanın olduğu yerde
bunlarda olmaz mı zaten? Bu savaşta fesatlık, karanlık bir gölge gibi varlığını
her daim hissettiren, fakat asla tam anlamıyla tanımlanması kolay olmayan bir
duygudur. Kimi zaman kıskançlıkla el ele verir, kimi zaman hırsla beslenir, ama
her zaman içten içe büyüyen, çevresine zarar vermekten geri durmayan bir varlık
olarak karşımıza çıkar.
Fesatlığın kökeni, insan ahlakının derinliklerinde yatan
memnuniyetsizlik ve eksiklik hissinde gizlidir. Allah’ın “Birbirinizi sevin”
emrine muhalif bir günahkarlıktır da. Bir başkasının mutluluğunu, başarısını
veya refahını görmek, fesat bir kişi için dayanılmazdır. Onlar için hayat, bir
başkasının başarısı karşısında kendi yetersizliklerinin daha da belirginleştiği
bir aynadır. İşte bu noktada, fesatlık devreye girer. Başkasının sahip olduğu
güzel şeyleri değersizleştirmeye, onların mutluluğunu gölgelemeye çalışır. Bu,
bir anlamda kendi yetersizliklerini örtme çabasıdır.
Fesatlık küflü küptür aslında. Evet. Küflü küp deyince o
kokuyu duyup ta yüzünüzün değiştiğini görür gibiyim. Bilirsiniz küflü
küp sadece içindekini bozmakla kalmaz dışına da kötü bir koku verir. İşte bu
yüzden fesatlık, sadece başkalarına zarar vermez; aynı zamanda kişinin kendi ruhunu
da kemirir. Zihinsel olarak çok yorucudur ve sürekli bir karşılaştırma ve
kıyaslama içinde olmayı gerektirir. Bu da kişiyi içsel bir huzursuzluğa ve
sürekli bir tatminsizliğe sürükler. Fesat bir insan, asla tam anlamıyla mutlu
olamaz. Çünkü başkalarının mutluluğu, onun için bir acı kaynağıdır ve bu acı,
kendisini her daim huzursuz hissetmesine neden olur.
Sadece bireyi içten içe kemiren bireysel ya da bencil bir
durum değildir fesatlık. Yaşadığın tüm sosyal hayatı da etkiler. Toplumlarda bu
duygunun yaygınlaşması, beraberinde güvensizlik ve huzursuzluk getirir.
Birbirine toplumsal tabir ile kem gözle bakan insanlar, samimi ilişkiler
kurmakta zorlanır; güven duygusu zedelenir ve sosyal bağlar zayıflar. Oysa ki,
toplumsal uyumun ve huzurun temelinde güven, samimiyet ve iyi niyet yatar.
Fesatlığın hüküm sürdüğü bir yerde ise bu değerler kaybolmaya yüz tutar. Komşuluklarımız,
dostluklarımız gibi önce insan ve sonra toplum olma bilincine dair kaybetmiş,
ya da kaybolmaya yüz tutmuş hale gelmiş ve eski de aradığımız ne varsa
yenilerin fesatlığından değil midir zaten?
Peki ne yapmalı, ne etmeli de bu sinsi yılandan kurtulmalı?
Fesatlıktan kurtulmanın yolu, öncelikle kendi içimize dönüp,
kendimizi tanımaktan geçer. Kendi yeteneklerimizi, potansiyelimizi fark etmek
ve hayatımızı başkalarıyla kıyaslamaktan vazgeçmek, bu karanlık duygudan
uzaklaşmanın ilk adımıdır. Bu hayatta hepimizin kendi yolculuğu, kendi
başarıları ve mutlulukları vardır. Başkalarının başarılarına göz dikmek yerine,
kendi yolumuzu bulup o yolda ilerlemek, gerçek huzurun anahtarıdır. Evet! Bu
anahtar bize takdir etme kapısını da açacaktır. Çünkü fesatlık, insan ruhunun
en karanlık köşelerinde gizlenen bir kapı, beslenmesi kolay ama yok edilmesi
zor bir duygudur. Ancak kendi potansiyelimize odaklanıp, başkalarının
başarılarını kıskanmak yerine takdir etmeyi öğrenirsek, fesatlığın pençesinden
kurtulabilir ve daha mutlu, huzurlu bir yaşam sürebiliriz.
Unutmayalım ki, gerçek mutluluk, başkalarının mutsuzluğunda
değil, kendi içsel barışımızda gizlidir.
Selametle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder