Tarih, vakti nakşeden bir ustadır. Kimi zaman incelikle işlenmiş bir hat, kimi zaman kanla yazılmış bir destan olarak çıkar karşımıza. 1453 yılı ise zamanın mührünü taşıyan ve çağları değiştiren bir dönüm noktasıydı: İstanbul’un Fethi.
Fatih Sultan Mehmet, genç yaşına rağmen dehasıyla asırları aşan bir hükümdar olarak tarih sahnesine çıktı. Zihni matematikle yoğrulmuş, felsefeyle keskinleşmiş, savaş sanatıyla bilenmişti. Babası II. Murad tarafından titizlikle yetiştirilen bu genç padişah, Roma’nın mirasını Osmanlı’ya kazandırmaya kararlıydı. Dünyanın merkezine yürüyen bir ordunun kumandanı yalnızca kılıcına değil, aklına da güvenmeliydi.
Fetih, bir anda gerçekleşen bir hücum değil, sabırla örülmüş bir stratejiydi. II. Mehmet, Boğaz’da Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı’nı inşa ettirdi. Akış durmuştu artık; düşmanın nefes alacak yeri kalmamıştı. Konstantinopolis’in surları bin yıllık bir kudretle yükseliyordu ama Osmanlı mühendisliği, bu duvarlara son verecek bir dehayla karşılık verdi: Şahi topları. Macar mühendis Urban’ın tasarladığı bu devasa silahlar, taş duvarları—tıpkı bir çağın kapanışı gibi—paramparça etti.
Bizans İmparatoru XI. Konstantinos, bu mukadderat karşısında direnmeye çalıştı. Avrupa’nın dört bir yanına sefaretler gönderildi, yardım çağrıları yapıldı. Ancak sesini duyan olmadı. Avrupa, kendi iç savaşları ve taht mücadeleleriyle meşguldü. Fransa ve İngiltere hâlâ Yüzyıl Savaşları’nın son sancılarını yaşıyordu; Almanya iç çekişmelerle sarsılıyordu. İtalya şehir devletleri arasında ekonomik rekabet hüküm sürerken, Papalık kendi otoritesini koruma derdindeydi. Katolik dünyası içindeki ayrılıklar da Bizans’a duyulan güveni zayıflatmıştı. 1439’daki Floransa Konsili’yle Doğu ve Batı Kiliseleri arasında bir birleşme sağlanmaya çalışılmışsa da, Bizans halkının büyük kısmı bunu reddetmişti. Böylece Papalık desteği de etkisini yitirmişti.
Fatih Sultan Mehmet, Avrupa’nın bu dağınıklığını dikkatle izlemiş ve fetih zamanlamasını ustalıkla belirlemişti. Batı, bu fethin anlamını ancak şehir düştüğünde ve yeni bir çağ başladığında kavrayabildi. Ama bu geç kalmış farkındalık, tarih sahnesindeki dengeleri sonsuza dek değiştirmişti.
Fetih kapıya dayandığında İstanbul, yalnızca imparatorun ve saray erkânının yönettiği bir şehir değildi. İçinde değişimi bekleyen, Osmanlı idaresini umutla karşılayan kesimler de vardı. Latinlerce uzun süre hor görülen Ortodoks halk, Fatih’in adaletine dair duyumlarla yeni bir düzenin mümkün olabileceğini fısıldıyordu. Piskopos Gennadios, Papalık baskılarına karşı Osmanlı yönetimini bir çıkış yolu olarak görüyordu. Şehirdeki zanaatkârlar ve tüccarlar ise Osmanlı’nın güvenli limanlarında yeni bir başlangıç arzuluyordu. Avrupa’daki dini parçalanmışlık, inançlara duyulan güveni zedelerken, Osmanlı’nın sunduğu istikrar halkın gözünde yeni bir umut olmuştu.
Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’nın kapılarından içeri girdiğinde tarihe geçen sözlerini söyledi:
“Bundan böyle kimseye zarar verilmeyecek. Şehir benimdir, ama insanlar serbesttir.”
İstanbul artık Osmanlı’nın payitahtıydı. Doğu ile Batı’nın kesişim noktası, yeni bir imparatorluğun kalbi hâline gelmişti.
Bin yıl boyunca nice medeniyetlere sığınak olan bu şehir, fetihle sadece alınmadı; yeniden doğdu. Kılıcın adaletle mühürlediği bu topraklar, ilmin ve irfanın beşiğine dönüştü. Fatih, zaferini yıkıma değil dirilişe dönüştürdü. Zulmü değil ilmi, korkuyu değil merhameti yüceltti. Medreseler taş sokaklara gölge düşürdü; Kur’an’ın sesi Ayasofya’nın kubbesinde yankılandı. İslam’ın azameti şehrin damarlarına karıştı.
Adalet, yeni günün ilk ışığı gibi İstanbul’a serpildi. Mazlum özgürce konuştu, âlim özgürce düşündü, tüccar özgürce ticaret yaptı. İstanbul artık yalnızca bir başkent değil, medeniyetin kalbi, ilmin merkezi, hakikatin kılavuzu hâline geldi. Osmanlı, bu taşlara yalnızca iktidar değil, anlam dokudu. Çünkü gerçek fetih, kılıçla değil, kalplerle kazanılandı.
Ve böylece, şehrin burçlarında dalgalanan sancak yalnızca Osmanlı’nın değil, hakkın ve hakikatin mührü oldu.
29 Mayıs 1453, yalnızca bir fetih tarihi değildir. Bu tarih; medeniyetin, ilmin ve adaletin yeni bir merkezde yükselişinin habercisidir. Fatih Sultan Mehmet’in liderliğinde gerçekleşen bu olay, tarihin akışını değiştirmiş, İstanbul'u sadece bir şehir değil, bir çağın simgesi yapmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder