reklam

reklam

31/05/2025

Gönül Dostları

 

İnsanı insan yapan duygular vardır. İnsan olma özelliğinden kaynaklı olan bu duyguları istesekte istemesekte içimizden atamayız. Ancak kişisel gelişim, eğitim ya da yönlendirmelerle şekle sokabileceğimiz bu duygu hamurumuzu herkesin farklı yoğuruyor olduğunu görüyor olmamız, yüce yaratıcının dünyayı yaratırken içine gizlediği ve açık ettiği çeşitlilik olgusunun bereketi ve güzelliğindendir. Atalarımızın ”İnsan çeşit çeşit, yer damar damar” söyleminde belirtildiği gibi toprak nasıl çeşit çeşit ise insanlar da öyledir, birbirine hiçbir yönden tam olarak benzemezler. Duygular ve yaşanmışlıklar bu yönde belirliyici en önemli unsurlardır. Duygu bağlamında insan kendini anlayan ve anlayabildiği kişilere yakınlık duymaz mı zaten. İşte dostlukta tam bu kavramların ortasında yaşantımızı ve kişiliğimizin en belirleyici daha doğrusu kişiyi en iyi kimliklendiren, onun hakkında en net fikirleri edinebileceğimiz bir duygu uyuşmasıdır.

Evet dostluk yer gibi damar damar olan insan çeşitliliği dünyasında diğer insanların bazılarıyla zevklerinin ve düşüncelerinin uyuşmasıdır aslında. Arkadaşlıkla birbirine karıştırılır bazen dostluk. Ama her ne kadar arkadaşlık ve dostluk birbirleriyle karıştırılsa da dostluk arkadaşlıktan daha özeldir. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözümüz aslında kişinin çevresiyle bütünleştiğinin ifadesidir. İşte o yüzden dostluk için kişiyi en iyi kimliklendiren ve onun hakkında en net fikirleri edinebileceğimiz bir duygu uyuşmasıdır diyoruz.

Elbette kişilerin yaşam süresi içerisinde iletişime geçtiği birçok insan olacaktır. Bu iletişim içerisinde birbirini seven, birbirine ısınan yürekler önce arkadaş olurlar. Arkadaşlık, feragat ve fedakârlık etme, samimi niyetle sevgi ve muhabbet besleme safhasına geldiğinde ise dostluğa dönüşür.

Peki ya gönül nedir? Gönül yürekte olan nitelik, sevgi, istek, anış, düşünüş gibi duygu kaynağı, kişinin iç dünyasıdır. Yani kalp organının duygu kısmıdır gönül. Bu bağlamda insan; sürekli kalbinde taşıdığı, sevdiği ve onunla sürekli iştiyak halinde olduğu kişilerle gönül dostluğu kurabilir. Gönül dostları bir dalgıç gibi kendi içimize bizi daldırır, kendi iç dünyamızdan bize inciler çıkartır. Allah rızasını gözeten ve Allah sevgisi ortak paydasında bireyin arzusuna uyarak veya diğer sebeplerle, akli veya bedeni mukavemetini azaltacak herhangi bir şeyi öğütlemez, onu zayıf düşürmek için değil, ilmi ve fikri açıdan güçlü tutup-koruyup, geliştiren boyuta çıkarmak için elinden geleni yapar. Boş ve hayali ümit vererek teselli etmez, gerçek ve doğruyu söyler.

Dost, hiçbir dostunun şeyini tam doğru veya tam yanlış olarak yorumlamaz.Allah ne der, ve sen buna ne kadar uyuyorsun düsturuna bakar. Uyarır , uyandırır. Kalbini, Hak’tan alıkoyan her şeyden uzak tutmaya çalışır seni.

Kıymetlidir gönül dostluğu. İnsanlarla iyi geçinmeyen dostluk kurmayan ve kendisi ile geçinilmeyen, dostluk kurulamayan kişide hayır yoktur” (Ahmed b. Hanbel, II, 4, 5, 335) buyurur Peygamberimiz. “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin” (Ebu Davud, 4833) buyruğu üzerine bizimde gönül dostluğu kuracağımız yada kurmamız gereken kişiler;din ıstılahında, îmân ve ibadetlerinde şirk, küfür, nifak, riya ve süm'ayı (halka duyurmayı) terk edip dinî görevlerini sırf Allah rızası için yapan, riyayı (gösterişi) ve ibadetlerini insanlara duyurmayı sevmeyen, özünde, sözünde, fiil ve davranışlarında dosdoğru olan, güzel amelleri en iyi bir şekilde yapıp, iyiliksever olan, kâfir, nankör, gaddar, âsi, azgın, mücrim, kibirli, zalim, sapık ve fâsık duygulardan kaçan muttaki yani Allah korkusuyla yaşayan takva sahibi muhlis kişiler olmalıdır.

Hepimizin muttaki ve muhlis kişilerle gönül dostluğu kurup, Allah rızası için bir yaşam sürmeyi destur edinmesi dileklerimle.

Selametle

29/05/2025

Kılıç ve Kader

Tarih, vakti nakşeden bir ustadır. Kimi zaman incelikle işlenmiş bir hat, kimi zaman kanla yazılmış bir destan olarak çıkar karşımıza. 1453 yılı ise zamanın mührünü taşıyan ve çağları değiştiren bir dönüm noktasıydı: İstanbul’un Fethi.

Fatih Sultan Mehmet, genç yaşına rağmen dehasıyla asırları aşan bir hükümdar olarak tarih sahnesine çıktı. Zihni matematikle yoğrulmuş, felsefeyle keskinleşmiş, savaş sanatıyla bilenmişti. Babası II. Murad tarafından titizlikle yetiştirilen bu genç padişah, Roma’nın mirasını Osmanlı’ya kazandırmaya kararlıydı. Dünyanın merkezine yürüyen bir ordunun kumandanı yalnızca kılıcına değil, aklına da güvenmeliydi.

Fetih, bir anda gerçekleşen bir hücum değil, sabırla örülmüş bir stratejiydi. II. Mehmet, Boğaz’da Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı’nı inşa ettirdi. Akış durmuştu artık; düşmanın nefes alacak yeri kalmamıştı. Konstantinopolis’in surları bin yıllık bir kudretle yükseliyordu ama Osmanlı mühendisliği, bu duvarlara son verecek bir dehayla karşılık verdi: Şahi topları. Macar mühendis Urban’ın tasarladığı bu devasa silahlar, taş duvarları—tıpkı bir çağın kapanışı gibi—paramparça etti.

Bizans İmparatoru XI. Konstantinos, bu mukadderat karşısında direnmeye çalıştı. Avrupa’nın dört bir yanına sefaretler gönderildi, yardım çağrıları yapıldı. Ancak sesini duyan olmadı. Avrupa, kendi iç savaşları ve taht mücadeleleriyle meşguldü. Fransa ve İngiltere hâlâ Yüzyıl Savaşları’nın son sancılarını yaşıyordu; Almanya iç çekişmelerle sarsılıyordu. İtalya şehir devletleri arasında ekonomik rekabet hüküm sürerken, Papalık kendi otoritesini koruma derdindeydi. Katolik dünyası içindeki ayrılıklar da Bizans’a duyulan güveni zayıflatmıştı. 1439’daki Floransa Konsili’yle Doğu ve Batı Kiliseleri arasında bir birleşme sağlanmaya çalışılmışsa da, Bizans halkının büyük kısmı bunu reddetmişti. Böylece Papalık desteği de etkisini yitirmişti.

Fatih Sultan Mehmet, Avrupa’nın bu dağınıklığını dikkatle izlemiş ve fetih zamanlamasını ustalıkla belirlemişti. Batı, bu fethin anlamını ancak şehir düştüğünde ve yeni bir çağ başladığında kavrayabildi. Ama bu geç kalmış farkındalık, tarih sahnesindeki dengeleri sonsuza dek değiştirmişti.

Fetih kapıya dayandığında İstanbul, yalnızca imparatorun ve saray erkânının yönettiği bir şehir değildi. İçinde değişimi bekleyen, Osmanlı idaresini umutla karşılayan kesimler de vardı. Latinlerce uzun süre hor görülen Ortodoks halk, Fatih’in adaletine dair duyumlarla yeni bir düzenin mümkün olabileceğini fısıldıyordu. Piskopos Gennadios, Papalık baskılarına karşı Osmanlı yönetimini bir çıkış yolu olarak görüyordu. Şehirdeki zanaatkârlar ve tüccarlar ise Osmanlı’nın güvenli limanlarında yeni bir başlangıç arzuluyordu. Avrupa’daki dini parçalanmışlık, inançlara duyulan güveni zedelerken, Osmanlı’nın sunduğu istikrar halkın gözünde yeni bir umut olmuştu.

Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’nın kapılarından içeri girdiğinde tarihe geçen sözlerini söyledi:
“Bundan böyle kimseye zarar verilmeyecek. Şehir benimdir, ama insanlar serbesttir.”
İstanbul artık Osmanlı’nın payitahtıydı. Doğu ile Batı’nın kesişim noktası, yeni bir imparatorluğun kalbi hâline gelmişti.

Bin yıl boyunca nice medeniyetlere sığınak olan bu şehir, fetihle sadece alınmadı; yeniden doğdu. Kılıcın adaletle mühürlediği bu topraklar, ilmin ve irfanın beşiğine dönüştü. Fatih, zaferini yıkıma değil dirilişe dönüştürdü. Zulmü değil ilmi, korkuyu değil merhameti yüceltti. Medreseler taş sokaklara gölge düşürdü; Kur’an’ın sesi Ayasofya’nın kubbesinde yankılandı. İslam’ın azameti şehrin damarlarına karıştı.

Adalet, yeni günün ilk ışığı gibi İstanbul’a serpildi. Mazlum özgürce konuştu, âlim özgürce düşündü, tüccar özgürce ticaret yaptı. İstanbul artık yalnızca bir başkent değil, medeniyetin kalbi, ilmin merkezi, hakikatin kılavuzu hâline geldi. Osmanlı, bu taşlara yalnızca iktidar değil, anlam dokudu. Çünkü gerçek fetih, kılıçla değil, kalplerle kazanılandı.

Ve böylece, şehrin burçlarında dalgalanan sancak yalnızca Osmanlı’nın değil, hakkın ve hakikatin mührü oldu.


📘 Kısa Not:
29 Mayıs 1453, yalnızca bir fetih tarihi değildir. Bu tarih; medeniyetin, ilmin ve adaletin yeni bir merkezde yükselişinin habercisidir. Fatih Sultan Mehmet’in liderliğinde gerçekleşen bu olay, tarihin akışını değiştirmiş, İstanbul'u sadece bir şehir değil, bir çağın simgesi yapmıştır.

27/05/2025

Ay’ın Karanlık Yüzü

 


"Güneşe ve onun aydınlığına, Ay’a ve onun ardından gelmesine andolsun!" (Şems Suresi, 1-2)

Ay …

Birçok kişi tarafından gecenin nuru olan, kimileri tarafından karanlık bir uydu.

Genel tanımı itibariyle; gece gökyüzünde parlak bir mücevher gibi asılı duran, dünya için hem mitolojik hem de bilimsel olarak büyük öneme sahip bir gök cismidir. Ancak, hepimize aşina olan aydınlık yüzünün yanı sıra, "karanlık yüzü" olarak bilinen bir tarafı daha vardır. Bu terim, Ay’ın Dünya’dan görülemeyen diğer tarafını tanımlamak için kullanılır ve bu yüz, yüzyıllardır insanoğlunun merakını cezbetmiştir. "Karanlık yüz" olarak adlandırılsa da aslında bu yüzey Ay’ın hiçbir zaman güneş ışığı almadığı anlamına gelmez; sadece Dünya’dan görülmeyen tarafıdır.

Ay, Dünya’ya sürekli aynı yüzünü göstermesini sağlayan "gelgit kilidi" olarak bilinen bir yörüngeye sahiptir. Bu nedenle, Ay’ın diğer tarafı—daha doğru bir ifadeyle "uzak tarafı"—dünya üzerinden hiçbir zaman görülmez. Bu yüzeyin keşfi, 1959 yılında Sovyet Luna 3 uzay aracı tarafından gerçekleştirilmiştir ve o zamandan bu yana, bilim insanları bu uzak taraf hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışmaktadır.

"Ne yücedir O, gökte burçlar var eden, onların içinde bir ışık (güneş) ve nurlu bir ay barındıran!" (Furkan Suresi, 61) Uzak yüzü, ilk bakışta Dünya’dan görülen yüzünden oldukça farklıdır. Dünya’ya bakan yüzünde geniş, karanlık ve düz alanlar (mare veya deniz olarak adlandırılır) varken, uzak yüzü daha engebeli, kraterlerle dolu ve neredeyse tamamen bu düz alanlardan yoksundur. Bu asimetrinin nedeni, Ay’ın geçmişinde meydana gelen devasa çarpışmalar ve bu çarpışmaların sonucunda oluşan lav akıntılarıdır. Dünya’ya bakan taraf, bu lav akıntıları sayesinde daha düz bir yapıya sahip olmuşken, uzak yüzü büyük oranda bozulmamış halde kalmıştır.

Kuran'da Ay ve onun çeşitli yönleri hakkında birkaç ayet bulunmaktadır, ancak "Ay'ın karanlık yüzü" olarak bilinen kavramla doğrudan ilgili bir ayet yoktur. Bununla birlikte, Kuran'da Ay'ın evrendeki düzenin bir parçası olduğuna ve onun hareketlerine dikkat çeken ayetler vardır.

"Ay'ın karanlık yüzü" ile doğrudan ilgili bir hadis bulunmamaktadır. Ancak Ay'ın genel olarak İslam'daki yeri, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) mucizeleri ve Ay'ın yaratılışı gibi konular hakkında hadisler vardır.

Örneğin, İslam tarihinde önemli bir yer tutan "Şakk-ı Kamer" yani Ay'ın ikiye yarılması mucizesiyle ilgili hadisler mevcuttur. Bu hadis, Peygamber Efendimiz'in bir mucizesi olarak anlatılır ve Ay'ın bölünmesi ile ilgili olarak birçok İslam alimi tarafından aktarılmıştır:

Buhari ve Müslim'de geçen bir hadis e göre; Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında müşrikler, kendisinden bir mucize göstermesini istemişlerdir. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Ay'ı ikiye bölmüştür. Sahabeden Enes bin Malik'ten rivayet edilen hadis şöyledir: "Mekke halkı Resulullah'tan (s.a.v.) bir mucize göstermesini istedi. Bunun üzerine Ay ikiye yarıldı ve Allah Resulü, onlara 'Şahid olun' buyurdu." (Buhari, Menakıb 27; Müslim, Kitâbü’l-Fiten 44, 47)

Bu karanlık yüz konusu bilimsel araştırmalar için büyük bir potansiyele sahiptir. Özellikle, Ay’ın bu tarafı, Dünya’dan gelen elektromanyetik parazitlerden uzak olduğu için radyo astronomisi için ideal bir yer olarak düşünülmektedir. Tabi bu bir tez. Ayrıca, bu yüzeyin incelenmesi, Ay’ın ve Güneş Sistemi’nin oluşumu hakkında önemli ipuçları sağlayacağı da kuvvetli varsayımlar arasında.

Diğer bir taraftan Ay’ın karanlık yüzü bazı kültürlerde sadece bilimsel açıdan değil, aynı zamanda edebi ve kültürel açıdan da derin bir sembolizm taşır. İnsanlık tarihinin büyük bir kısmında, Ay, birçok mit ve efsanenin kaynağı olmuştur. Tarihsel geçmişte efsanenin ötesine geçememiş hakkında ne Sümer ne de Mısır tabletlerinde herhangi bir bilgi bulunmamıştır. Çünkü bu kavram, antik medeniyetlerin bilgi ve gözlem olanaklarının ötesindeydi. Bununla birlikte, bu medeniyetlerin Ay ile ilgili zengin bir mitoloji ve astronomi bilgisi geliştirdikleri ve Ay'ın hareketlerini takvimlerine ve dini uygulamalarına entegre ettikleri bilinmektedir. Ay'ın döngüleri, bu eski uygarlıklar için son derece önemliydi, ancak bu bilgiler sadece Ay'ın Dünya'dan görülebilen tarafıyla sınırlıydı.

İnsanın modern keşfinden sonra karanlık tarafı, bilinmeyenin, gizemin ve keşfedilmemiş olanın simgesi olarak görülmüştür. Edebiyata ve duygulara yansımıştır. Bu bağlamda, Ay’ın karanlık yüzü, insan ruhunun da bilinmeyen tarafını, gölgelerini ve gizli kalmış yönlerini temsil eder.
"Ayın karanlık yüzünde kaybolan umutlar.", "Karanlık gecede Ay bile ümitsizdir." gibi edebiyata karanlık ve umutsuzluk işaret eden cümleler ile anılır. Psikolojik anlamda, her bireyin karanlıkta kalan, keşfedilmemiş bir yanı vardır ve bu taraf, tıpkı Ay’ın karanlık yüzü gibi, zaman zaman yüzleşilmesi gereken bir gerçek olarak ortaya çıkar.

Bu yönleriyle hem bir bilimsel merak konusu hem de derin bir metafor olarak insanlık kültüründe yerini almıştır Ayın karanlık yüzü. Belki de edebi olarak bu yüzeyin keşfi ve incelenmesi, sadece uzayın sırlarını değil, aynı zamanda kendi içsel evrenimizin gizemlerini de aydınlatma potansiyeline sahiptir. Kim bilir ? Bilim ve teknoloji ilerledikçe, Ay’ın karanlık yüzüne olan ilgimiz de artmaya devam edecek ve bu yüzey, bize evrenin ve kendimizin bilinmeyen yönlerini keşfetme fırsatı sunacaktır.


Selametle

26/05/2025

HZ. NUH A.S. (13. BÖLÜM)


 

HZ. NUH A.S.

Biz Hz.Nuh a.s. üzerinden çok ama çok şey öğreniriz de özellikle 

  • Temsil 
  • Tebliğ 
  • Takva 
  • Teselli 
  • Tevekkül

Noktasında çok şey öğreniriz. Temsil İslam'ın yaşanarak gösterilmesidir. Bu olmadığı için şu anda zaten halimiz böyle onun arkasından gelir aslında tebliğ. Tebliğin başından sonuna kadar istikrarla yürümesinin azığı da Takvadır. Takva olmazsa olmaz. Bu iş gerçekten çok zor bir iş. O kadar zor ki İnanın ki babanızın evinde olsanız, muhatap olmayacağınız nice adamlara bu yola çıktığınız zaman muhatap oluyorsunuz. İnsan yükü, taşınması çok ağır bir büyük. O ağır yükü ancak teselli ile taşıyabilirsiniz. İşte Hz. Nuh a.s. onu da bize öğretiyor. Ve en sonunda Allah'a tevekkül ederek, hiçbir şeyi vekil tutmayarak işimizin sonucunu, başarıyı, başarısızlığı ve ne varsa hepsini en sonunda da işin bidayetinden itibaren Allah'a tevekkül ederek meseleyi sonuca vardırmak. Bir de bunları öğretiyor bize Hz. Nuh a.s.

Daha önce de yazdığım gibi, Hz. Nuh a.s. gece gündüz mücadele etti  Yetmedi gizliden yada açıktan tebliğ etti. O da yetmedi bazen tek tek, bazen de toplu olarak yani kullanılabilecek her türlü vesileyi kullanarak Allah'ın dinini insanlara ulaştırmak adına bir azim sergiledi. Öğle bir tebliğ ki o tebliğ ayrı bir sevda.

Tabi bu işin birde Takva boyutu var. Yani kötülüğe karşı sergilenecek Takva modeli. Kötülük iyileri kötüleştirmedi. Kötülüğün umumi hale gelmesi, iyilerin kalitesini de düşürmedi. (Ebrar'ı hatırlayın.) Çünkü oradaki o iyilik, iyilik olarak başladı iyilik olarak da devam etti. Biz bunun en güzel örneğini Hz Nuh'un o güzel hayatında görüyoruz. Kötülüğe karşı sergilenecek en güzel Takva modeli budur işte.

Peki bütün mücadelelere rağmen olumsuzluklara karşı Hz. Nuh a.s.’da Tesellici bir duruş vardı. Bahane yok, küsmek de yok. Kimseye fatura çıkarmak da yok. İslam'a geldiler diye kimseyi minnet altına sokma gibi bir durum da yok. Benim babamın tekkesine gelmiyor ki bana minnet etsin. O İslam'a geldiği için o noktada Allah'a şükür etmesi gerekir. Bunu Müslümanlara minnet vesilesi olarak takdim etmek ve bunun üzerinden birilerini farklı bir boyunduruk altına sokmak, bu davayı anlamamış İnsanların yapacağı iştir. Dolayısıyla burada öyle bir şeyin olmadığını da görüyoruz Hz Nuh a.s.’da. 

Ve son olarak ne görüyoruz Hz. Nuh a.s.’da? Derin bir tevekkül görüyoruz. Neler gördü, neler geçirdi. Ona rağmen tevekkülden en ufak bir ödün, en ufak bir taviz ve en ufak bir düşünce bile aklına gelmedi. En sonunda bıçak kemiğe dayandığı. 

Hatırlayacaksınız Hz. Nuh a.s.’ı üç başlık altında inceliyorduk. Neydi o başlıklar :

1.      Hz. Nuh a.s. kavmini neye ve nasıl davet etti

2.      Kavmi Hz. Nuh a.s.’a nasıl karşılık verdi

3.      Kavminin tepkilerine karşı Hz. Nuh a.s. nasıl davrandı.

1.sini şu ana kadar inceledik. Şimdi 2. Maddeye bakalım.

2.                  KAVMİ HZ. NUH A.S.’A NASIL KARŞILIK VERDİ

Hz. Nuh a.s.  onları tevhide, takmaya çağırıyor ve ibadete çağırıyor. Bununla birlikte kavminden dünyevi hiçbir karşılık da istemiyor. Defaatle de söylüyor :

---“Ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim Allah'a aittir.”

 Bunu söylemesine rağmen kavmi yani karşısındaki o kitle Ekser’ü – nas ve miner’ün min’en – nas yani iyilerin iyileri ve insanların çoğunluğu Hz. Nuh'a farklı bir biçimde karşılık veriyor. Kur’an o kadar ayrıntı veriyor ki bize. Biraz araştırdığımızda bu konu ile ilgili ayetlerin ne kadar çok olduğunu görüyoruz. Ancak ben en son 14 maddede özetlemek zorunda kaldım. 

Kavmi Hz. Nuha.s.’a nasıl karşılık verdi?

  • Apaçık bir delalete düşmek ile suçladılar(Araf Suresi 59. Ayet) 

Delalet kelimesinin Türkçede birkaç karşılığı var ama anlam şu : Sapıtmışsın dediler. Sen yanlış yoldasın diyorlar. Asıl kendilerinin sapkın ve yanlış yolda olduklarının farkında bile değiller. Kendileri yanlış yolda, Hz. Nuh a.s. onları doğruya çağırıyor. Ancak onların Hz. Nuh a.s’a  verdiği karşılık bu. 

Burada Peygamber efendimizin hayatına bakacak olursak ona da Mekkeli müşrikler bu şekilde karşılık vermemiş miydi? Onu da delalet ile suçlamışlardı. Sen atalarımızın dininden bizi koparıyorsun dediler. Sen bizim geleneklerimize göreneklerimize şimdiye kadar gördüklerimize aykırı konuşuyorsun dediler. Biz böyle görmemiştik, biz şöyle görmüştük. Ama sen bunu yapmakla aslında bizim düşüncemiz den sapıyorsun. Bizim de kendin gibi saptırmaya çalışıyorsun. Dediler. Temel'in bir fıkrası var biliyor musunuz : Temel arabasıyla otoyola ters girmiş.  Karşıdan arabalar üstüne üstüne geliyor. O anda radyodan anons yapılıyor Adamın biri otoyolda ters yönde ilerliyor. Lütfen herkes dikkatli olsun. Temel de hemen anonsa karşılık veriyor. Ne bir tanesi diyor hepsi hepsi…. Hiç kendi üzerine alınmıyor. İşte inkarcı bu zaten kendisi sapıtmış bütün bir dünyayı kendi karşısında, farklı bir yerde görüyor. Hz. Nuh a.s.’ın karşısındaki kitlede böyleydi.

  • Dinlememek için bahaneler ortaya koyup hakikatten kaçtılar (Nuh Suresi 7. Ayet)

Ne yaptılar biliyor musun? Kuran aynen şöyle söylüyor : Kulaklarına parmaklarını soktular. Dinlememek için her türlü yolu denediler. Yürürken yollarını değiştirdiler. Hz. Nuh a.s.’ı görmemek için elbiselerinin başlarına geçirdiler. Gözlerini kapadılar. Kibirlendikçe kibirlendiler ve öyle bir hale geldiler ki dinlememek için kullanılabilecek her türlü yolu kullandılar. 

  • Dinimizi ve dolayısıyla birliğimizi bozmaya çalışıyorlar ona karşı sert olun dediler. (Nuh suresi 23. Ayet)

Yani Hz. Nuh a.s.’ı anarşi çıkarmakla suçluyorlar. Bizim birliğimizi dirliğimizi bozmaya çalışıyor dediler. Dediler ki dininizi ve tanrılarınızı bırakmayın. İlahlarınız ve süva, yevus, yeuk ve nesir den vazgeçmeyin. (bunlar onların en büyük putlarıydı) O’na karşıda sert olun. Çünkü o sizin dininize ve birliğinize dil uzatıyor. Bakın Hz. Nuh a.s.’a karşı söylenenler bunlar. Değerli kardeşlerim burada gene  siyer-i nebi'ye bakacak olursak, aynı şey Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve Sellem'e de yapılmadımı. 

  • Bir üstünlüğün yok ki niye sana inanalım dediler. (Hud Suresi 27. Ayet)

Sen de bizim gibi bir insansın dediler. Niye sana inanmış olalım ki. Bula bula Allah seni mi buldu dediler. Kavmin içinde bu kadar zengin, soylu, asil ve bilgili adamlar varken Allah niye seni seçsin dediler. Senin seçilmenin ispatı ne ki? Hadi göster bakalım. Ne önünde melekler yürüyor ne arkada. Ne büyük bir hazinenin sahibisin ne de elini zahmetsizce attığın bir mahsul veren tarlan var. Ne önünde arkanda adamlarım var ne de çoluk çocuğun var. Bizden fazlaca ne üstünlüğü var ki sana inanalım dediler. Senin hiçbir üstünlüğün yok.

Neden böyle düşünüyorlar biliyor musunuz. Çünkü müşrik aklı beşer üstü birini bekliyor. Beşer üstü olsun ki takatler erişmesin, bahaneye yer olsun. Yoksa peygamberin taklidi için onu istemiyor, peygambere ittiba etmek için de onu istemiyor Ne üstünlüğü var ki senin diyor ve bunun üzerinden bir sürü şey söylüyorlar.

  • Alaya alıp küçümsediler (Şuara Suresi 111. Ayet)

Ne dediler biliyor musunuz? 

---“Ona sadece fakirleri inanıyor. Toplumun en düşük en alt tabakası kimse Nuh’a inananlar onlar dediler. Aklı başında, ileri gelen, zengin, toplumda itibar olan kimse inanmıyor. Bizim değer vermediğimiz düşük seviyede dediğimiz insanlar inanıyor. Onun için de dikkate alınacak bir şey değil.”

Diyerek küçümsediler. Alay alıp küçümseyerek ona burun kıvırdılar. 

  • Yanındakilerini sana inanmış olan alt tabaka insanları kov ki seni dinleyelim dediler.(Hud Suresi 29. Ayet)

o tebliği engellemesi gerekiyor Dediler ki :

---“Yanındakileri, o düşük tabakada olanları, o alt tabakadaki olanları yanından kov ki biz yanına gelelim. Senin meclisinde yer alalım.”

Bakın kardeşlerim. Hz. Nuh a.s. onların bu taleplerine nasıl cevap veriyor. Hemen kur’an dan okuyalım. Hud Suresi 29. Ve 30. Ayetler ile Şuara Suresi 111. Ve 115. Ayetlerde onlara şöyle cevap verdiğini okuyoruz.

---“Ey kavmim. Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim mükafatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Çünkü onlar rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.”(Hud Suresi 29. Ayet)

---“Ey kavmim. Ben onları kovarsam, beni Allah’tan (o’nun azabından) kim korur. Düşünmüyormusunuz.” .”(Hud Suresi 30. Ayet)

Konuşmalar devam ediyor…

---“Onlar şöyle cevap verdiler : Sana düşük seviyeli kimseler tabi olup dururken biz sana iman eder miyiz hiç.Nuh dedi ki : onların yaptıkları hakkında bilgim yok. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Bir düşünseniz, ben iman edecek olanları kovacak değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

  • Bizim üzerimizde Hakimiyet kurmak için bunları söylüyorsun dediler. (Mü’minun Suresi 24. Ayet)

---“Senin derdin bize Kral olmak. Sen bunları söyleyerek aslında iktidar elde etmek istiyorsun. Toplumda tanınmak ve bilinmek istiyorsun. Senin tek bir derdin var o da bize hakim olmak.”

Böyle bir şey yok aslında. Ama bir şey anlamıyor o mele’ün min’en-nas. Ya bir insan sadece Ecrin'i, mükafatını Allah'tan bekleyerek bu kadar büyük bir fedakarlık yapabilir mi? Eğer bir insan bir dava için bu kadar mücadele ediyorsa kesin o insanın dünyevi anlamda bir hesabı, gizli bir ajandası vardır. Kendisi menfaatsiz tek kuruşunu vermeyeceği için, menfaat elde etmediği zaman asla orada bulunmayacağı için Allah'ın dini için gayret edeni anlamıyor. 

  • Tehdit edip korkutmaya çalıştılar(Şuara Suresi 116. Ayet)

Ne dediler biliyor musunuz 

---“Eğer bu söylediklerinden vazgeçmezsen seni taşlarız.”

Aleyhisselatu vesselam efendimize kovdular değil mi? Taşlamanın bir anlamı da odur. Mecaz anlamı kovmak demektir. Allah Resûlü sallallahu aleyhi sellemi taşladılar mı? Taif’te taşladılar. Dolayısıyla bu yolun kaderi bu. 

  • Yalanladılar ve yalancılıkla itham ettiler (Kamer Suresi 9. Ayet)

Mesela Hz. Nuh a.s.’ın güvenirliğini sarstılar. 

---“Yalan söylüyor.” dediler haşa. 

---“Yalancının sözüne itibar edilir mi? sözleri doğru değil.” Dediler.

Bir sürü şey söylediler. O sözlerin üzerinden Hz Nuh'un güvenirliğini kaybetmesine çalıştılar.

  • Mecnun / Deli dediler (Kamer Suresi 9. Ayet)

Buradaki mecnunluk bizim anladığımız manada akli delilik değil. Yani akli noksanlık değil. Araplar mecnun diye kime diyor biliyor musunuz? Cinlenen adama diyor. Cinlerle bir şekilde münasebeti varsa, o adama mecnun diyor.

Burada ki söylenenden maksat şu : Cinler bana haber getiriyor. Bu cinler getiriyor aslında vahyi. 

vahiy getiren Vahyi Emin meleği. Ama müşrik onu öyle demiyor. 

---“O’nu o’na cinleri getiriyor.” Diyor. 

Mecnun itham peygamberimiz dahil bir çok peygamber için de söylenmişti. Hatta peygamber efendimiz için dedilerki :

---“Ey kendisine zikir, Kur’an indirilen Muhammet. Sen mutlaka bir mecnunsun.”

            Firavun aynı şeyi Hz. Musa aleyhisselam’a dedi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Hz. Nuh Aleyhisselam’a ilk mecnun diyen kişi kendi evinden birisi. Kendi hanımı ona mecnun diyor. Ve o haberi dışarıya ilk sızdıran da o kadın. Diyor ki 

---“Nuh'a bir şeyler oluyor. Akşamları terliyor, titriyor. Ve ona cinler musallat oluyor. Büyük ihtimalle O mecnun.” Diyor.

İşte Nuh Aleyhisselam'ın hanımın da ki ihanet namus-i bir ihanet değil. Orada ki ihanet evdeki sırrı dışarıya vermesidir. Yoksa Haşa bir namus meselesi falan değil.

  • Baskı altına alıp Hz Nuh'un iş yapamaz hale getirip engellemeye çalıştılar (Kamer Suresi 9. Ayet)

İnsanlarla Hz. Nuh a.s. arasına engeller koydular. Bu engeller için de ellerinden gelen her şeyi yaptılar. O günkü mele suni gündemler oluşturdu. İnsanların böyle zihinlerini boş yere meşgul edecek gündemler oluşturdular ki Nuh Aleyhisselam'ın daveti ile insanlar buluşmasın diye. Çünkü seni meşgul ettiği zaman, o meşguliyet senin hakikatle arana mesafe koyacak. 

  • Tebliğ ettiği vahyi Hz Nuh'un kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (Hud Suresi 35. Ayet)
  • Her türlü hileyi yapmaktan ve tuzak kurmaktan geri durmadılar (Nuh Suresi 22 ayet)

Hz. Nuh a.s.'ı en fazla yoran buydu. İnsanların hilelerinden ve oyunlarından artık bıktı. Adamların çevirmediği film kalmadı. Neler neler yaptılar.

  • Azabın kendilerine bir an önce gelmesini istediler.(Hud Suresi 32. Ayet)

---“Bıktık artı senden dediler. İkide bir bizi azapla tehdit edip duruyorsun. Hadi azabın kendi bize bir an önce gelsin de ulaşsın. Getir bakalım bize tehdit ettin o azabı.” Dediler.

Yani bir nevi Allah'a Haşa Meydan okudular.

Şimdi benim güzel kardeşlerim hatırlayın Kur'an'ı rehberliğinde Hazreti Nuh'u anlamaya çalışıyoruz. Üç  tane ana başlığımız vardı :

  1. Hz Nuh kavmini neye ve nasıl davet etti 
  2. Kavmi Hz. Nuha.s.'a nasıl karşılık verdi.
  3. Kavminin tepkilerine karşı Hz. Nuh a.s. nasıl davrandı.

Şu ana kadar ilk iki maddeyi öğrendik. Bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden yani üçüncü maddeden devam edeceğiz..


25/05/2025

Kim bilir




Kim bilir;
Belki riyakar bir namazda son nefesini verirken ben ,
                                             münafıklığımı muştalayacak münkir.

Kim bilir;
Belki desinler diye gittiğim hacda Azrail canımı alır da , bu riyanın hesabıyla uğraşırken kabirde ben ,
                                            Allah dünyadakilere benim için şehit dedirtir.

Kim bilir;
Belki hayır dır hasenattır diyerek reklamla yetimi doyururken ben  ,
                                           mizanda o yetim açlığının alacağını benden isteyiverir.

Kim bilir;
Belki tuttuğum fasık oruçlarla tekbaşima hunharca yediğim yemekler kıyaslanınca
                                          güvendiğim oruçlarım hiç edilir.


2016

24/05/2025

Duygu Ve Akıl

 

İnsan, yaratılışı itibarıyla hem aklın hem de duyguların bir harmonisidir. Bu iki enstrüman, tıpkı gece ile gündüz gibi birbirini tamamlar, birbirine ihtiyaç duyar. Ancak zamanla, aklın soğuk ve hesapçı yüzü, duyguların sıcaklığına üstün gelmeye başladığında, insan ruhunda derin yaralar açılabilir. Aşırı rasyonellik, insana hayatın karmaşıklığı karşısında bir tür kalkan gibi görünse de, aslında bu kalkanın ardında insanın özünü unutturabilecek bir tehlike barınır. Bu tehlike insanın insan olma hasebiyle sahip olduğu duygu bütününden arınma manadan uzaklaşma sonucuna kadar götürebilir bizi.

Ben duyguya değil aklıma güvenirim demeyin sevgili dostlar. Duygulardan kendinizi ayırmayın. Çünkü duygular, hayatın derin manalarını, güzelliklerini ve zenginliklerini keşfetmemiz için bize rehberlik eder çoğu zaman. Bir gülün kokusunu içimize çektiğimizde, deniz dalgalarının kıyıya vuruşunu dinlediğimizde ya da sevdiğimiz birinin gözlerindeki ışıltıyı yakaladığımızda, aslında duygularımızın rehberliğinde yaşamın anlamına bir adım daha yaklaşırız. Oysa akıl, bu anları sadece birer veri, birer olay olarak algılar ve değerlendirir. Duyguların derinliğine inmek yerine, onları analiz edip kategorize etmeye çalışır. Hayatı sadece akılla kavramaya çalışmak, bir şiiri matematiksel formüllerle çözmeye çalışmak gibidir; belki dizelerin sayısını, kafiye düzenini çözersiniz ama şiirin ruhunu asla yakalayamazsınız. Halbuki şiir; okunma tarzı ve okuyanın ses tonu ile alakalı olarak bile okunan kişiye farklı duygular aktarabilir. Ya da şöyle düşünün; kulağınız çocuğunuzun sesini size ulaştırdı ve aklınız onun sizin çocuğunuzun sesi olduğunu anladı diye o sesle size ilk seslenişinin duygusunu ifade edemez.

Aklın tek başına hüküm sürdüğü bir dünya, sonsuz bir hesap makinesi gibi çalışır; her şeyin bir nedeni, her şeyin bir sonucu vardır. Ya da tıpkı bir bilgisayar gibi. Bilgisayar demişken; bilgisayar nesli dediğimiz çocuklarımıza bir baksanıza. Akılcı ancak romantikliği olmayan, neden ve sonuç ilişkisine bağlı bir algıda dünyayı anlamaya çalışan, duygudan mahrum bireyler hepsi. Bir bilgisayar oyunu açtığımızda ya da sanal olarak bir yeri gezdiğimizde gördüğümüz şey her şeyin yerli yerinde olduğudur. Ekranda bir doğa manzarası düşünün mesela; her şey çok güzel ama ağaç kokmuyor, çimen kokmuyor, teninize rüzgâr vurmuyor ve hep orada duruyor. İşte böyle bir dünyada insanın kalbi susar, ruhu körelir. Duyguların derinliği olmadan, sevginin, merhametin, şefkatin anlamı yitirilir. Bu, insanı insan yapan en temel değerlerin yavaş yavaş yok olduğu, mekanik bir dünyadır. Her şeyin bir cevabı vardır, ama hiçbiri tatmin edici değildir. Çünkü insan, sadece soruların cevaplarını değil, aynı zamanda hissetmeyi, deneyimlemeyi ve yaşamayı arar. Aklın gölgesinde kalan bir yaşam, sonsuz bir kış mevsimi gibi soğuk ve renksizdir.

Oysa duygular, aklın erişemediği yerlere ulaşır; insanın kalbinde filizlenen umut, sevgi ve inanç, aklın kavrayamayacağı derinliklere sahiptir. Bir anne, evladını kucağına aldığında hissettiği sevgi, akılla açıklanamaz; o sevgi, evrenin en derin sırlarından biridir. Bir insan, sevdiği için fedakârlık yaptığında, bu fedakârlığın arkasındaki güç akıldan değil, kalbin derinliklerinden gelir.

Duyguların bu derinliği ve zenginliği, insanı insan yapan asıl unsurdur. Aşırı akılcılık, bu zenginliği bir kenara iter; insanı sadece düşünen, hesaplayan ve analiz eden bir varlığa indirger. Ancak böyle bir insan, eksik kalır; çünkü insan, sadece aklıyla değil, aynı zamanda kalbiyle de vardır. Kalbin olmadığı bir yaşam, eksiktir; tıpkı güneşsiz bir gün gibi.

Bu yüzden, akıl ve duygular arasındaki dengeyi korumak, insanın ruhsal sağlığı ve yaşamın anlamı için hayati önem taşır. Bu iki güç, tıpkı bir kuşun iki kanadı gibidir; biri olmadan diğeri eksik kalır. O yüzden, akıl ve duygular arasındaki dengeyi kurmak, hayat semasında uçabilmek için gereklidir.

Selametle

23/05/2025

HZ. NUH A.S. (12. BÖLÜM)


 

        Bizim aslında Hz. Nuh a.s.’ı üç başlık altında incelememiz lazım.

1. Hz Nuh kavminin neye ve nasıl davet etti.

2. Kavmi Hz. Nuh'a nasıl karşılık verdi

3. Kavminin tepkilerine karşı Hz. Nuh nasıl davrandı.

1. Hz. NUH a.s. KAVMİNİ NEYE VE NASIL DAVET ETTİ

        Neye sorusunun cevabı muhteva ile alakalı bir şey. İçerik nasıl ise usul ve menheç de öyledir. Bütün peygamberlerin olduğu gibi Hz Nuh a.s.'ın da davası tek bir davaydı o da Tevhit davası. Başka bir dava yok. Tevhit'in konuşulduğu bir yerde de adalet kavramı kendiliğinden gelir zaten. 

Bir kuş düşünün. Bu kuşun bir kanadı tevhit ise diğeri adalettir. Nasıl ki bu kuş kanadının biri olmayınca uçamaz ise tevhidin olduğu yerde de eyer adalet yoksa, ya da adaletin olduğu yerde tevhit yoksa o kuş uçamaz. İşte  bu iki kanat olunca uçuyor mümin. Bu iki kanat olunca kulluk yolunda yürünüyor. O kanatlarından bir tanesinde Tevhit varsa diğerinde adalet var. Ve bir birinden asla ayrılamazlar.

        Tevhit insanla Allah arasındaki hukuku tanzim ediyor. Adalet ise insanla varlık arasındaki hukuku tanzim ediyor. İşte bu gün eyer mümin uçamıyorsa bu iki kanattan birinin olmadığı içindir. Çünkü Kanatlar kırık. Ne Tevhit noktasında istenilen orandayız, ne de Adalet meselesinde.

        Bu çerçevede Kur’an’a baktığımız zaman Hz. Nuh a.s. kavmini üç şeye davet ettiğini görüyoruz :

Birincisi ---"Allah'a kulluk edin ve ondan başkasına asla tapmayın" (Araf Suresi 59. Ayet)

        Yani Hz. Nuh a.s. "la ilahe" denerek işe başlamış. 

        Hz. Nuh a.s.’ın kavminde önce bir reddediş var. İnsanlar 

---“ ben sizin taptıklarınıza tapmam sizin Tanrı diye, ilah diye dayattığınız hiçbir şeye tapmıyorum ve kabul etmiyorum, reddediyorum" diyor. 

Ancak tevhidin gereği işe "la ilahe" diyerek başlamaktır. Hz. Nuh a.s. da öğle yaptı. "La ilahe" diyerek aykırı olan her şeyi kavmine men etti. Sonra da men ettiği şeylerin yani putların men edilişle oluşturduğu boşluğu "illallah" diyerek Allah inancıyla doldurdu. Çünkü insan tabiatı boşluk kabul etmez. Bir şeyi reddediyorsan onun yerine başka bir şey koyman lazım. Dolayısıyla Hz. Nuh a.s.’da Araf suresinin 59 ayetini de gördüğümüz üzere bunu yapıyor.

İkincisi ---"Ben apaçık bir uyarıcıyım, benim uyarılarımı dikkate alın ve size gelecek olan azaptan kendinizi koruyun." (Hud Suresi 25. ve 26. Ayetler) 

        Hz. Nuh a.s.'ın dediği bu. Ap açık bir uyarıcı. Tevhit meselesinde öyle üstü örtülü bir şey yok. Her şey apaçık ve net bir biçimde ortaya konuyor. Hz. Nuh a.s.’ da böyle apaçık bir uyarıcı olarak toplumu uyardı.

Üçüncüsü "Allah'a karşı gelmekten sakının ve elçi olarak bana itaat edin."(Şuara Suresi 108. ayet) 

        Peygambere itaat meselesi Allah'ın istediği bir şey. Çünkü elçiye itaat Allah'a itaattir. Orada bir zafiyet yaşanırsa din dediğiniz şey olmuyor. 

        Gördüğünüz gibi Hz. Nuh a.s. kavmini üç şeye davet etti. Bu üç tane madde ne demek biliyormusunuz. 

1.si Tevhit 

2.si Takva 

3.sü İbadet 

        Aslında bütün peygamberlerin ortak davasını da bu üç kavramla özetleyebiliyoruz. Tevhit, Takva ve ibadet. Elçiye itaat ile ibadetin ne alakası var diye aklınıza gelebilir. Bize ibadet yöntemlerini kim gösteriyor, peygamberler gösteriyor. 

        Peki nedir Tevhit, Takva ve ibadet : Bunların anlamı şu :  

Tevhit : Allah'a ait alanları gasp eden her şeyi reddetmek ve bir olanı, birlemektir. Peki bir olan nedir? Tabi ki Allah’tır.

Takva : Bir olandan hakkıyla korkmak ve onun istediği gibi yaşamak. 

İbadet : Bir olana Kulluk etmek ve ondan başkasına tazim etmemektir. 

        Okuyup da anlayamadığımız bir ayet var ya hani "iyya kenabudu ve iyya kenestain.""Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." Sadece Allah'a ibadet etmek ve Sadece ondan yardım istemek ne demek? Bunu kavradığımız zaman bu üç kavramı anlamış olacağız. işte Hz. Nuh a.s.'ın yaptığı da bundan başka bir şey değildi.

        Hz. Nuh a.s.’ın 950 sene boyunca neyi var, neyi yoksa bir sürü imtihan, sıkıntı, engelleme, alaya alma, küçümseme ve kibirli adamlarla muhatap olma gibi aklınıza gelebilecek her türlü muameleyle yüz yüze geldi. Bir de bunlar yetmezmiş gibi evde inkarcı ve ihanet halinde olan bir kadın. O da yetmedi bir de inkarcı bir oğlan. Bütün bu insanların tavır ve davranışlarına karşılık olarak hiçbir şeyden etkilenmeden Allah'ın razı olduğu bir mücadeleyi yine Allah'ın razı olabileceği bir şekilde noktalama azmi. Hz Nuh a.s.'a hayran olmayalım da kime hayran olalım.

        1. Maddeye devam ediyoruz. Neydi 1. Madde : Hz. Nuh a.s. kavmini neye ve nasıl davet etti. Şu ana kadar neye davet ettiğini gördük ve öğrendik. Peki Hz. Nuh a.s. kavmini nasıl davet etti : Her zaman olduğu gibi gene Kur’an dan öğreniyoruz bütün detayları.

Derin bir şefkat ile (Araf Suresi 59. Ayet)

Güçlü bir emniyet ile (Şuara Suresi 107. Ayet)

Hiçbir ücret istememek ile (Yunus Suresi 72. Ayet)

Müthiş bir ısrar ve tekrar ile (Nuh Suresi 5. Ayet)

Meşru vasıta ve yöntemleri kullanmak ile (Nuh Suresi 9 ayet)

İnkârcıların oluşturdukları yanlış algıları düzeltmek ile (Nuh Suresi 11. ve 12 ayetler)

Sadece kendisine indirilen vahiy değil kainat ayetleri ile (Nuh Suresi 13. ve 20. Ayetler arası)

        Ve Hz. Nuh a.s. diyor ki :

---"Ey Rabbim Vallahi ben bu kavmi gece gündüz çağırdım."

        950 sene ve gece gündüz bir mücadele. Sadece böyle fırsat buldukça yapılan bir iş değil. Hz Nuh a.s. için böyle bir şey söz konusu değil. 950 sene ve gece gündüz. Geceyi gündüze katarak yapılan bir mücadele. 

---"Sonra onlarla hem açıktan açığa hem gizli gizli konuştum"

        Bunu şöyle anlamak durumundayız tek tek peşlerine düştüm ya rabbi olmadı. Ya rabbim grup grup çağırdım olmadı. Arkalarına düştüm evlerine gittim, iş yerlerine gittim ama olmadı. Bir sıkıntıları olduğu zaman koştum. Bir dertleri oldu koştum. Yine adamlar dinlemedi beni. Topladım hepsini yemek ikram ettim. Yine olmadı.

        Boş durmuyor inkârcılar. Hz. Nuh a.s. ve ona inanan müminler hakkında bir sürü dedikodu çıkarıyorlar. Yalanlar, iftiralar şunlar bunlar. Hz. Nuh a.s. birde bu insanların oluşturdukları algılara karşı  mücadele veriyor. Çünkü suçu kabullenecek, ya da onların söylediklerini itham olarak üzerinde kalması gibi bir gaflete düşürmeyecek. Hz. Nuh a.s. birde bu noktada mücadele veriyor.

        Hz Nuh a.s. karşısındaki muhatap kitleye bir şeyler anlatıyor ama adamlar dinlemiyor. Anlayabilmeleri için onları Kainat kitabına davet ediyor. Şu yeryüzünün akışına bakın diyor. Bulutlara bakın. Şu tabiata bakın. Sizin önünüze bir sergi haline getiren Allah'ın şu tabiat ayetine bakın. Şuna bakın buna bakın diyerek insanları uyandırmaya çalışıyor.

        Bir tebliğci de ve davetçide olması gereken yedi vasıf vardır :

Şevkat

Emniyet

Beklentisizlik

İstikrar

Yöntem

Tanıma

İlim

        Bu yedi tane vasıf davetçi ve tebliğci olarak kendisini nitelendiren insanların hayatlarında olması gereken çok önemli unsurlar. Tabii burada yani bu yedi maddede olmayan ama bütün peygamberlerde olan ortak özellik ne? Temsil. 

        İbn-i haldun'un bir sözü vardır. 

---“Suyun suya benzediği gibi tarihte tarihe benzer.”

        Hz. Nuh a.s.’ın döneminde insanlar nasıldı, bir de şimdiki döneme bakın insanlar nasıl. Aslında insanlık devam ettiği müddetçe aletler değişecek ama adetler değişmeyecek.

        Hz Nuh a.s.'ın Karşısında bir muhatap kitlesi var 

Ebrarü’n – Nas (İnsanların İyileri)

Ekserü’n – Nas (İnsanların Çoğunluğu)

Meleü’n mine’n – Nas (İnsanların ileri gelenleri)

        Bu üç tane zümreye karşı Hz. Nuh a.s. mücadele verdi. Ebrarü’n - nas onun yanındaydı. Ekserü’n - nas onun karşısında, Meleü’n mine’n – nas onun karşısında. Ve Mele, ekserü’n nas’ı da yönlendiriyor.

        Buhari'de geçen bir hadis var. Ebu Said El hudri de bize naklediyor. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem bize diyor ki 

---“ Allahu teala Hz Nuh'un kıyamet günü sorguya çekecek. Nuh Aleyhisselam'a ey Nu şu kavmine sen risaleti tebliğ ettin mi. Risalet görevinin gereğini yerine getirdin mi?  Nuh Aleyhisselam da diyecek ki evet Rabbim onlara Hakkı tebliğ ettim. Allah Teala dönecek kavme soracak. Nuh risaleti size tebliğ ettiğini söylüyor. Nuh size risaletini tebliğ ettiğimi. Nuh'un kavmi diyecek ki hayır etmedi. Allah dönecek tekrardan Nuh Aleyhisselam'a soracak. Kavmin senin tebliğ ettiğini kabul etmiyor. Var mı senin şahidin. Nuh Aleyhisselam diyecek ki var. Söyle o zaman şahidin kim. Diyecek. Nuh, Muhammed ve onun ümmeti diyecek. Biz var ya işte ümmeti muhammed insanlık içerisinden çıkarılmış en hayırlı Ümmet olarak biz varız ya, biz işte şahit olacağız o gün Nuh’a da diğerlerine de şahitlik edeceğiz.”

        Biz şahidiz. Ben ve benim gibi nice insanlar bunları onun için anlatıyoruz. Aslında şahadet adına görevimizi yerine getiriyoruz. Hakkı tebliğ edip etmediğimize dair sorguya çekildiğimizde bize kim şahitlik edecek bilmiyorum. Bu noktada bir gayrete getirsin inşallah bu sözler bizi. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.


21/05/2025

HZ. NUH A.S. (11. BÖLÜM)


 

        Kur'an-ı Kerim Hz Nuh a.s.'ı ne ölçüde anlatılmıştır biliyor musunuz? 

Kur'an-ı Kerim'de 28 sürede Hz. Nuh a.s. hakkında bilgi verilmiştir. 

Kur'an-ı Kerim’in 43 yerinde ismen Hz. Nuh'a.s.'ın adı zikrediliyor. 

Kur'an-ı Kerim'de adı surelere isim olarak verilen 7 peygamberden bir tanesidir.

Kur'an-ı Kerim'de mücadelesi tebliği ve kavminin tepkileri çok detaylı bir şekilde anlatılmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de şahsiyetine dair çok önemli bilgiler aktarılmıştır.

        Hz. Nuh a.s.’ın mücadelesi, tebliği ve kavminin tepkileri çerçevesinde Kur’an-ı Kerim’e bir bakacak olursak 

A’raf Suresi 59.-64.ayetlerde yani 6 ayette, başlayan tebliğ ve kavminin gösterdiği tepkiler anlatılmaktadır.

Yunus Suresi 71.-73. ayetlerde yani 3 ayette tebliğin muhtevası, kavminin tepkileri ve tufan anlatılmaktadır.

Hud Suresi 25.-49. ayetlerde  yani 25 ayette kavminin yepkileri,gemi yapımı, oğlu ile konuşmaları ve tufan anlatılmaktadır.

Enbiya Suresi 76.-77. ayetlerde yani 2 ayette icabet gören duası,inananların kurtulması ve inkarcıların akıbeti anlatılmaktadır.

Mü’minun Suresi 23.-30. ayetlerde yani 8 ayette kavminin tepkilerinin içeriği ve sebepleri ile inananların kurtuluşu anlatılmaktadır.

Şuara Suresi 105.-122 ayetlerde yani 18 ayette peygamber olarak Hz Nuh'un şahsiyeti ve kavminin tepkileri anlatılmaktadır.

Ankebut suresi 14.-15. ayetlerde yani 2 ayette tebliğin suresi neticesi ve inananların kurtuluşu anlatılmaktadır.

Saffat Suresi 75.-82. ayetlerde yani 8 ayette Hz Nuh'un duasına icabet edilişi ve bahşedilen mükafat anlatılmaktadır.

Kamer Suresi 9.-16. ayetlerde yani 8 ayette tebliğden sonra Hz Nuh'un ruh hali ve tufan anlatılmaktadır.

Nuh Suresi 1.-28. ayetlerde yani 28 ayette tebliğin muhtevası,kavminin inançları ve tepkiler anlatılmaktadır.

        Toplam 108 ayet. Hz. Nuh a.s.'ı ayetler bu kadar değil. Bunlar kıssa olarak anlatılanlar ve mücadelesi ve tebliğ ile alakalı olan ayetler. İsimlerinin geçtiği ayetler de mesajlar farklı. Orada başka şeyler de anlatılıyor.

Daha önceden her peygamberin bir birine zincirin birer halkaları gibi bağlı olduğundan bahsetmiştim.İşte Hz. Nuh a.s. ile peygamberimiz Hz. Muhammet s.a.v efendimiz arasındaki bağa dikkatinizi çekmek istiyorum.

Şuara Suresi 105-122 ayetler Nübüvvetin 4. yılında

Yunus Suresi 71-73 ayetler Nübüvvetin 5. yılında

Hud Suresi 25-49 ayetler Nübüvvetin 5. yılında

Nuh Suresi 1-28 ayetler Nübüvvetin 6. yılında

Enbiya Suresi 76-77 ayetler Nübüvvetin 6. yılında

A’raf Suresi 59-64 ayetler Nübüvvetin 9. yılında

Kamer Suresi 9-16 ayetler Nübüvvetin 9. yılında

Saffat Suresi 75-82 ayetler Nübüvvetin 10. yılında

Mü’minun Suresi 23-30 ayetler Nübüvvetin 12. yılında

Ankebut Suresi 14-15 ayetler Nübüvvetin 12. yılında

        Şimdi sizi çok önemli bir noktaya götürmek istiyorum. Nübüvvetin 4. yılında işkenceler var, feryat figan var. Allah Resulü ve ona inanmış bir avuç insanın böyle ruhlarının daraldı bir yerde Şuara Suresinde ki ayetler indiriliyor. İşte Cenab-ı Allah tam o sırada  bu ayetleri indirerek Hz. Nuh a.s. ile onların ruhlarına ruh üflüyor. Onların ruhlarına bir serinlik veriyor.

        Nübüvvetin 5 ve 6 yıllarında şartlar giderek zorlaşıyor. Müslümanların artık hayat hakları yok. Hayat haklarını Mekke’de bulamayınca Habeşistan'a hicret ediyorlar. İşte o anda Cenab-ı Allah Yunus Suresi, Hud Suresi, Nuh Suresi ve Enbiya Suresinde ki ayetleri indirerek Hz. Nuh a.s. ile onları sükunet’e erdiriyor.

        Nübüvvetin 9. yılı Şibi Ebi Talib yılı. Müslümanlara karşı muazzam bir ambargo var. İnsanlar bir ekmeğe muhtaç. Ağaç yapraklarını yedikleri bir zaman dilimi. Öyle zor şartlar var ki. İşte o ağır şartların olduğu anda Cenab-ı Allah A’raf Suresi ve Kamer Suresinde ki ayetleri indiriyor. Allah Hz. Nuh a.s. ile Peygamberi ve ona iman etmiş bir avuç insanı teselli ediyor.

        Nübüvvetin 12. yılında ufukta Yesrib var. Artık Allah Resûlü sallallahu aleyhi sellem yavaş yavaş hicret adına bazı şeyleri konuşuyor. Yine efendimiz aleyhisselatu Vesselam'ın yüreğinde Hz. Nuh a.s.'ın yüreğindekine benzer bir yangın var. O yangının sebebi de şu : Nasıl ki Hz. Nuh a.s. dalgalar arasında kalıp yok olan Kenan'ın’a bakıp orada gözyaşı döktü ise şimdi Allah Resûlü sallallahu Aleyhi Vesselem inen bu ayetlerle Mekke'de kardeşlerine ve çocuklarına bakıyorlar. Onların arkasından gözyaşı döküyor.

        İşte Hz. Nuh a.s. ile ilgili ayetler böyle bir zeminde iniyor. Biz zemini dikkate almadığımız zaman meseleyi sadece tarihi bir malumat olarak zannediyoruz. Asla böyle bir şey yok. Allah'ın kelamı, Allah'ın peygamberine Resulüne indiği zamanı itibar ile mesajlar veriyor. Eğer biz o mesajları anlarsak yaşadığımız zeminde biz de bazen Hz. Nuh a.s.'ın bazen aleyhisselatu vesselam efendimizin bazen başka bir peygamberin üzerinden alacağımızı alacağız. Zaten bütün mesele budur ve biz bu çerçeveden meseleyi değerlendirmek durumundayız. Allah bizleri de böyle anlayanlardan eylesin inşallah.

        Kur'an-ı Kerim'de Hz Nuh'un şahsiyeti hakkında da bize çok güzel bilgiler veriyor. Bakın biraz önceki ayetlerde Kur’an-ı Kerim Hz. Nuh a.s.’ın mücadelesini tebliğini anlatıyordu. Hz Nuh a.s.'ın şahsiyetini de okuyoruz Kur'an'da. Mesela :

Al-i İmran suresi 33. ayette Allah tarafından seçilmesi .

Nisa 163. ayette kendisine vahyedilmesi.

Enam Suresi 84. ayette diğer peygamberler gibi hidayete erdirilmiş olması. 

Enam Suresi 89. ayette kendisine kitap, hikmet ve Nübüvvet verilen bir Resul oluşu.

Yunus Suresi 71. ayette tevekkül etmede abidevi bir halinin olması.

Yunus Suresi 72. ayette kayıtsız ve şartsız bir şekilde teslim oluşu var. 

Hud Suresi 43. ayette inkârcı bir evlat ile imtihan edilmesi var.

Hut Suresi 48. ayette esenliye ve berekete mazhar oluşu.

İsra Suresi 3. ayette çokça şükür üzeri olması.

Şuara Suresi 107. ayette emin ve güvenilir bir Resul oluşu.

Şuara Suresi 109. ayette tüm peygamberler gibi tebliğine karşı hiçbir ücret istememiş olması.

Ankebut Suresi 14. ayette 950 yıl tebliğe devam etmesi.

Ahzab Suresi 7. ayette diyer peygamberler gibi kendinden söz alınması.

Ahzab Suresi m7. ayette ulü-l azm peygamberlerden biri olması.

Saffat Suresi 80. ve 81. ayetlerde mü’minlik ve Muhsinlik çizgisinde zirvelerde olması.

Şura Suresi 13. ayette Ona vahyedilenin kendinden sonra gelenler için de geçerli ve yürürlükte olması.

Kamer Suresi 9. ayette kul olması ve kulluğu en güzel bir biçimde temsil etmesi.

Zariyat suresi 50. ayette apaçık bir nezir / uyarıcı olması.

Tahrim Suresi 10. ayette inkârcı ve ihanet eden bir hanım ile imtihan edilmesi.

Nuh Suresi 1. ayette kavmine peygamber olarak gönderilmesi. 

        Kur’an Eğer bu düzeyde anlatıyorsa akıllı bir mü'mine düşen Allah'ın kitabıyla kendi arasında iyi bir irtibat kurup bu irtibat çerçevesinden alabilecekleri mesajları çoğaltmasıdır. Delalete düşmemek için, sapmamak için saptırmamak için başta Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere kuranımızın anlattığı bütün peygamberler ile irtibatınızı güçlü kılmak durumundayız. Rabbimden niyazım odur ki bu irtibatınızı güçlendirsin. Onların yolundan bizleri ayırmasın. Onların verdiği mesajları kavrayacak bir zihin, anlayabilecek akıl ve hissedebilecek bir kalp versin İnşallah.

        Şimdi Hz. Adem a.s. ile ilgili konuşurken iki önemli noktaya değinmemiz lazım.

1. Ahzap Suresi 7 ayette geçtiği üzere Ulu-l Azm peygamber ne demektir?

2. Ankebut suresinin 14. ayetinde geçtiği üzere Kur’an Hz. Nuh a.s.’ın tebliğe davet süresinden bahsederken 1000-50 demekle neyi kastediyor? Neden 1000-50 diyor da direk 950 demiyor?

        Bu iki ifadenin üzerinde biraz durmamız gerekiyor.

        Birinci maddedeki Ulü-l azım ifadesi bir Kur'an ifadedir. Hz.Nuh a.s.’da eğer Ulü-l azm  peygamberlerden biri olarak kabul ediliyorsa, bu Kur'an'i ifadenin ne anlama geldiğini kavramamız gerekir. 

        Bir diğeri olan Hz Nuh'un 950 sene mücadele etmesi ki Kur'an böyle bir ayrıntıyı başka bir peygamber için bize vermiyor. Sadece Hz. Nuh a.s. için böyle bir ifadeyi veriyor. Eğer bize böyle bir ifade veriyorsa bunun üzerinde de biraz durmamız gerekecek.

        Ulü-l Azm sabırlı, gayretli ve kararlı kimse demektir.Bu ifade Kur’an da bazı peygamberler için kullanılır. Peki biz adını Kur'an'dan okuduğumuz ya da hadislerin bazılarından haberdar olduğumuz diğer peygamberler sabırlı, azimli ve kararlı değiller mi?  Hayır böyle bir şey yok. Ama burada bir şeyin öne çıkması diğer peygamberler de o vasıfların olmadığı anlamına gelmez. Eyer böyle bir şey öne çıkıyorsa yani nazara veriliyorsa bunun anlamı şu : Adı anılan peygamberlerin mücadeleleri tebliğ noktasında  ortaya koydukları ve karşılaştıkları imtihanlar, diğer peygamberlere göre daha şiddetli olduğu için Rabbimiz onları ulü-l azm peygamberler olarak bizim nazarımıza veriyor. Biz Ahzap suresinin 7. Ayetinde, Şura suresinin 13. ayetinde ve başka ayetlerde de şu beş Peygamberi Ulü-l azım olarak okuyoruz.

Hz. Nuh a.s.

Hz. İbrahim a.s.

Hz Musa a.s.

Hz. İsa a.s.

Hz. Muhammet s.a.v.

        Gerçekten karşılaştıkları davet ve tebliğ adına sorumlulukları, karşılaştıkları bu noktadaki imtihanlar takatleri zorlayacak boyutta olduğu için onlara ulul azm diyerek onların üzerinden bu işin mesajları bize aktarılıyor.

        İkinci maddeye gelelim. 950 sene tebliğe devam etmesi. Uzun bir süreç 950 sene. Ama Kur'an özellikle 950 demedi bize. Ne dedi 1000’e  50 kala. Binden 50 çıkmış bir biçimde. 950 deyip de geçebilirdi. Ama bunu demedi, 1000 de demedi. Binden 50 eksik diyerek nazarlarımızı bir şeye dikkat çekti.

        Burada 1000 - 50 demesi birkaç mesaja bağlı olarak böyle geldiğini anlarız. birkaç tanesini burada zikredelim :

1000 sene deyip geçseydi bin sene kesretten mecaz olarak anlaşılacaktı. Ama burada mecaz yok. Burada bir hakikat var. Allah 1000 - 50 dediyse 950’ye dikkat çekmesi içindir. Meşhur müfessirimiz Kadı Beydavi bunu tespit eder ve çok güzel bir biçimde şöyle bir tespit ortaya koyar :

---“Galiba bu tabirin seçilmesi tamamıyla sayıya delalet etmek içindir.”

        Ayette dikkat edersek 1000 sene 50 yıl eksiği diyor. Yıl ve sene türkçede de kullanılıyor biliyorsunuz. Arasında pek bir fark yok. Yıl da diyoruz senede diyoruz.  Sene kaç, yıl kaç aynı anlamlarda kullanıyoruz. Ama Kur'an'ın kelimeleri böyle değil. Eğer bir kelimenin yapısında kullanımında bir ihtilaf varsa, yani bir değişiklik varsa bu ondaki mananın farklı bir biçimde olduğuna da işaret eder.

        Bir Kur'an sözlüğü olan Ragıp El İsfehani’nin  El Müfredat’ına baktığımız zaman şöyle bir ayrıntı görüyoruz : Sene çoğunlukla çetin ve kurak geçen, yıl ise bereketli ve yağışlı anlamında. Dolayısıyla buradaki söylenen şey şu : 1000 - 50 sene de yani 950 senede Nuh çetin bir ömür sürdü. Sadece 50 yılda rahat etti. Zaten Kur'an'ın ruhuna da aslında bu anlam uyuyor.

Bir başka anlam daha var, o da şu : 1000 – 50 derken, 50 yıl nübüvvetten önceki hayatı yani çocukluğu ve gençliği vahye muhatap olmadı dönem. Geri kalan kısmı da 950 sene süren mücadele ömrü. Dolayısıyla Rabbimiz Hz Nuh a.s.'ın uzun bir süreç tebliğ ve mücadele ile devam eden bir ömrünü bizim nazarımızda veriyor ve o uzun süren mücadeleden bizim dünyamıza mesajların alınması gerektiğine dair de aslında böyle bazı hakikatleri tabir caizse eyer zihnimize nakşediyor.

        Hz Nuh a.s.'ın bu kadar uzun bir süreç içerisinde tebliğde ısrar ve istikamet üzere yürüyebilmesi hepimiz için önemli bir ders. Tebliğ malum gönderilen tüm peygamberlerin yaratılış gayesidir. Peygamberler bunun için gönderilir. Varlık nedenidir ve ortak sıfatıdır. Bu üç ifadeyi de unutmayalım. Bütün peygamberlerin yaratılış gayesi varlık nedeni ve ortak sıfatıdır. Bütün peygamberler gönderildikleri kavimlere Allah'ın dinini ulaştırma adına bir gayrete girişirler. Neticeye takılmazlar. Kaç kişi dinlemiş dinlememiş, öğrenmiş öğrenmemiş böyle bir hesaba girmezler. Çünkü Risalet davasının ahlakı bunu kaldırmaz. Hiç bir beklentiye girmez. Ecir beklemez, taltif beklemez, takdir beklemez övgü beklemez, şunu beklemez, bunu beklemez. Hadi ben size hizmet ettim de benim ailemi görün demez. Yani aklınıza bugünkü dünyevi beklentiler adına ne varsa bunların hiç bir tanesini hiçbir Peygamber beklemez. Ecrimiz ve  mükafatınız alemlerin rabbi olan Allah'a aittir derler. Allah'tan aldıkları vahyi insanlara en ufak bir biçimde safiyetine zarar vermeden aynı durulukda ve aynı safiyette hiçbir şey katmadan ve karıştırmadan çoğaltmadan ve eksilmeden Allah kendilerine nasıl vahiy etmişse öyle vahyederler. Hz Nuh a.s.  da böyle. Ondan öncekiler de böyleydi. Hz Nuh a.s. da böyle, Hz Nuh a.s.'dan sonra gelen peygamberler de böyle. Çünkü Peygamberlerin gönderildiği makam aynı yerdir. Kimdir o makam, tabii ki  Allah'tır.