reklam

reklam

30/06/2025

Savaş Çocukları





Gece yarısı  beni yatağımdan aniden kaldıran ses ; güzel kızımın ağlaması sadece , bomba sesleri değil. Hızla yapıyorum mamasını , biraz az gelince basıyor çığlığı. Bebek , anlamıyor. Savaş bebeklerinin anlamadığı gibi. Mamanın hızla yenisi geliyor , Susup uykuya dalıyor minik. Peki savaş çocukları ? Kaç kez aç karna uykuya dalıyor , anneciği eğer hala hayattaysa tabi kaç kez onun açlığını kendi bağrında bastırmaya çalışıyor.

Kirli çamaşırlardaki lekeler , dondurma , çilek , vişne suyu.  Kan değil. Savaş bebekleri kan giyiyor.  Kanla yıkanıyor mini mini elbiseleri . Savaşa dayanan bebekler diyorum , dayanmak zorunda kalan. Silah seslerinden ninniler dinlemeye alışmış kulakları. Mavi gökyüzüne bakamıyor simsiyah gözleri patlamaların dumanlarından. Odadan beşikten vazgeçmiş zaten ama çocuk işte , yinede dünyayı görmek istiyor yeniden kaldıramadığı enkaz yığınlarının arkasından.

Sessiz çığlıkları yankılanıyor kulaklarımda.  Yeni ciciler giydirdiğimde kızıma , yaralanan bir yavrunun yeni olduğu için doktora "kesme pijamam yeni alındı " deyişi geliyor.
Kalbimin damarlarıma kan pompaladığı yerden başlıyor duam.  Tüm hücrelerimi dolaşıyor. Sabır diliyorum Allah'tan ve merhamet. Biliyorum ki O'nun kadar kimse merhamet edemez. Biliyorum ki Allah mükafatını vermeyeceği bir alacak istemez.
Ahiretin varlığına iman ediyorum tüm acizliğimle. Allah'ın adaletinin tecelli edeceği gün savaş çocuklarını cennette görmek istiyorum.
Ayşe Avcı Aydoğan
3 nisan salı

29/06/2025

Ve O




Öyle bir bakış ki yakar yüreğini.
Hiçbir zaman senin olamayacak, ama seninmişçesine bakacak.
Anlatırken dil tutulacak.
Anlamayacak kimse ne anlattığını.
O dil ki ; kimine göre hep saçmalayacak.
Halbuki hep O'nu anlatacak.
Akıl duracak.
Nefes daralacak.
Ses kısılacak.
Her yerde acabalar olacak.
 Dağılacak dikkat,
Planlar atılacak,
Her şeyin sonu O olacak.
Ümit Yaşar ,Ayten diyecek O'na ,
Radyo da Orhan dan ,Ayşem diye dinleyeceksin.
Seninki sende kalacak.
Bir mahalle delikanlısı edasıyla her o ismi duyduğunda ilk defa duyuyormuş gibi davranacak nefsin.
Kimse anlamayacak.
Kazınacak kalbe o bakışlar.
Bu sana yetecek.
Ve O,
Hiçbir zaman senin olmayacak ama seninmiş gibi bakacak.
Başkasına ait, bize yakışmaz diyeceksin, başını önüne eğeceksin.
Gerekirse çekip gideceksin...
O bile anlamayacak.

2015

28/06/2025

Kendimiz İçin Yazmak

Bir yazı yazmaya başladığınızda o yazı hakkında bazı tanımlamalar yapılır. Ne yazısı olduğu, edebi olarak nasıl yazıldığı gibi. Ölçüleri kelime zenginliği v.s Yani edebi değeri.

 Birçok yazıda bir hikâyenin okuyucuya nasıl aktarılacağı ve okuyucunun bunu nasıl daha iyi anlayacağına dair bazı kaygılar vardır. Bu kaygıların sonucu yazarlar bazı kalıplara girerler ve çok azı beceri göstererek kendisine has bir tarz oluşturur. Yani birçoğunda duygu gider şekil kalır.

 İşte ben bu kaygıların hepsine karşıyım. Bir yazıyı yazarken acaba ne anlayacaklar diye kaygı duymak yazarı duygu aktarımında kısıtladığı düşüncesindeyim. Ancak dediğim gibi beceri gösterip kelimelere raks ettirenler istisna.

 Bence ; kelimelerin duygusu okuyanın aklı kadardır. Duygu akıl süzgecinden nasıl geçer demeyin. Siz ne duygu katarsanız katın okuyan onu almak istediği şekilde alacaktır. Belki de işin güzelliği budur. Kaygı gütmeden yazmak ve ne anlatmış acaba diye düşünmeden okumak. Bir ressamın eseri gibi. Bir ressamın resmindeki İLLÜSTRASYON, o resme bakanın hayata bakışıyla da alakalı değil midir? Yani bir resmin karşısına geçip sanatçı acaba burada ne anlatmak istemiş diye sorduğunuzda herkesten farklı bir duyguyu anlatan sözler duyarsınız. Karanlık bir ormanda daldaki bir kuş resmi kimine göre o resmin sevimliliği iken kimine göre ormanın karanlıkları resmin karamsarlığıdır.

 Bence yazıda böyledir. Aynı şeyi okuyup farklı duyguyu anlayabilir insanlar. Hal böyleyken yazar niye karşı taraf bunu nasıl anlamalı yahut okuyucuya şu duyguyu nasıl vermeliyim kaygısı gütsün ki.

 Tabii ki edebiyatı, edebi renkleri reddetmiyorum ancak; yazar her duyguyu da edebiyata dökme kaygısında olmamalı. Çünkü edebi zenginliği olup ta anlaşılamayan, duyguya geçmeyen, yani yazarın duygusunu aktarmadığı yazılar boş sözler dizini oluyor.

 O yüzden; edebi zenginliği olmasa da ve anlaşılamasa da bence siz duygularınızı yazın.

 Başkaları için değil, kendiniz için yazın.

 Selametle

24/06/2025

Kardeşlik

 

Ahlak hakkında neler yazılmış diye elimize birkaç yazı alıp okumaya kalksak birçok ahlak çeşidinden bahseden yazılara rastlarız. İş ahlakı, aşk ahlakı, aile ahlakı v.s . Peki ya kardeşlik ahlakı? Birçok kişi bundan bahsetmez. Sürekli dilimizde olan, birbirimize kardeşim diye hitaplarda bulunduğumuz bu zamanda bu kelimenin gerçekten hakkını verebiliyor muyuz acaba?

Nedir bu kardeşlik. Nasıl bir ahlaka sahiptir?

İnsanlar soy sop bağı ile kardeş oldukları gibi bu bağ olmadan da kardeş olabilirler pek tabi. Çünkü kardeşliğin kolları dünyanın bir ucundan diğer ucuna kadar uzanacak kadar uzun, omuzları koca bir toplumun başını yaslayacağı kadar geniştir. Birey birey kardeş olunabildiği gibi, millet millet de kardeş olunabilir yani. Merhamet demektir kardeşlik. Birbirinin derdiyle dertlenmektir.İşte bu yüzden dünyanın bir ucunda başına bomba yağan yahut evi yanan bir mazlum için dünyanın diğer ucundaki kişiler göz yaşı döker.

Peki söyleyin şimdi; kardeş olmak, sevinçte ve kederde beraber olmayı, onu derdiyle dertlenmeyi göze almak demek ise biz bugün bunun neresindeyiz. Bence baya uzağındayız. Sadece dilimizde bir kelime olup çıkmış çoğu zaman. Toplum olarak birbirimizi sevmeden, saymadan, güvenmeden, birbirimize merhamet etmeden, yardımlaşma ve dayanışmadan uzak bir kardeşlik kavramı oluşturmuşuz.

Oysa ki; Kur'ân'ın bize anlattığı kardeşlik, bütün bu değerleri  içeren bir muhtevaya sahiptir. Kardeşinin derdiyle dertlenen, o uykusuzsa uykusuz kalan, sevincine ortak, hayatına yoldaş bir mümin anlayışı sunar bize Kuran. Bu dert hep öyle bildiğimiz tarzdan, toplumun baktığı maddesel bakış açısından olmayabilir mesela. Manevi günahlara bizleri sürükleyen hastalıklarda mümin için bir derttir mesela.  Müminler birbirlerini bu dertler ile de baş başa bırakmamalıdır. Kardeşlik bunu gerektirir.

Ama gelin görün ki kardeşim dediklerimizin manevi dertlerine gelene kadar maddi dertlerine bile o kadar uzağız ki. Bacası tüter mi, aşı kaynar mı bi haberiz. Ve dahi umrumuzda bile değil. Komşusu açken tok yatan bizden değildir buyruğuna rağmen.

Bugün bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dediğimiz için bizden davacı olmayacak mı sanırız yılanın soktuğu.  Aman bana ihtiyaç mı var sanki diyerek nice kardeşlerimizi belkide farkında olmadan ziyan etmiyor muyuz. Ne oluyor bize de Kur-an ın bahsettiği kardeşlik muhtevasının füyuzatı yüzümüze yansıyamıyor. Kaşlarımız çatık ve birbirimize düşmanca bakıyoruz. Göz pınarlarımızdan bir damlayı dahi esirgiyoruz kardeşimiz için. En son ne zaman kardeşimizin derdiyle dertlendik ve uykumuz kaçtı mesela.

Ariflerden Serî-i Sakatî [kuddise sırruhû]bir tövbesini şöyle anlatıyor.

” Bir olay üzerine bir kere “elhamdülillâh” dedim, tam otuz yıl bu sözden dolayı istiğfar ediyor, Allah’tan affımı istiyorum. Bu şöyle oldu:Bir gece, içinde benim dükkânımın da bulunduğu çarşıda yangın çıktı. Bana, “Dükkânın yandı” diye bir haber ulaştı. Hemen gece yarısı dışarı çıkıp olayı öğrenmek istedim. Yolda bir grup insanla karşılaştım. Olay yerinden gelenler bana,“Ey Ebü’l-Hasan, birçok insanın dükkânı yandı ama seninki yanmadı” dediler. Bunun üzerine ben de,“Elhamdülillah, dükkânım kurtuldu” dedim. Sonra biraz düşündüm, hata ettiğimi anladım. “Ben, diğer mümin kardeşlerimin mallarının yandığı bir yangında kendi malımın kurtulmasına sevinip nasıl olur da ‘elhamdülillah’ derim” diye çok üzüldüm. Bunun bir kefâreti olsun diye dükkânda ne varsa hepsini fakirlere dağıttım ve sonra pazarı terkettim.”

Gelin Serî-i Sakatî [kuddise sırruhû]gibi bir tövbe edelim. Uzaklaşmış olduğumuz kardeşlik ahlakına yüzümüzü dönelim. Sosyal medya hesaplarımızdan Kudüs’te ki kardeşlerimize üzülüyor, birkaç paylaşım sonrasında başka bir kardeşimizin tatil fotoğrafına bakıp üzüntümüzü atıyoruz. Ne garip değil mi? Gelin bu dengesiz duygu psikolojisinden sıyrılalım. İmanın ve islamın vazgeçilmezi olan kardeşlik ahlakımıza sımsıkı sarılalım. Allah(cc) Kuran-ı Azimüşşan’ ın da “Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler…(hucurat-10)” buyuruyor. Kardeşliğin hakkını vererek bu buyruğa amenna dediğimizi gösterelim.

Selametle

22/06/2025

Şeytan Sofrası




Cehennemin dibinden geldi , bu üç tunç tastaki zıkkımın kökü,
Buyur...
Bekletme soğur,
Evangalist metaforlara bandığın
Müptezel sohbetlerde üstüne bastığın,
O hep fakir edebiyatı yaptığın
Ekmektir katığı
Doğrudur.
Biz yemeyiz,
İte dökülmesin gel otur.


Mart 2015

21/06/2025

Sevgi Türleri


Eski defterleri karıştırmak gibi adetim vardır. Bu âdet üzere geçenlerde yine okuduğum şeylere tekrar bi göz atıyordum. Kitaplar, altı çizilmiş satırlar, not kağıtları, sağa sola acelece alınmış notlar. Kah saman kağıt ( kaldımı yahu demeyin,hala var), kah hamur kağıt kokularıyla, eski kitap ve notlar arasında , bir eski resim albümü içerisinde anılara boğulmuş gibi dalmıştım sayfalara. Vay be bunu ne zaman yazmışım,aaa bu söz kimindi tekrarlarıyla.

Derken bir sayfanın kenarına aldığım şu nota gözüm takıldı. 

**Sevgi türleri: Eğer, Çünkü, Rağmen** 

Bir çoğumuzun belki de okuduğu Toyotome isimli zat–ı muhteremin yaptığı bir tespit. Ve adam haklı beyler dedirten bir sonuç. Gerçekten doğru tespitler üzerine yazılmış bir kitap. Seherlerin karşılandığı en muhabbetli gecelerde ki sohbet halkalarında dahi; vefasız yarlardan terk eden eski sevgililerden bahsedilirken bile "yav biz niye böyle düşünemedik" dedirtecek tarzda tespitler. Aslında herkesin bildiği ama teknik olarak ifade edemediği şey belki de Toyotome´ nin anlattıkları. Okumayanlarınızın "Yahu Sevginin türümü olurmuş" dediğini duyar gibiyim. Elbette ki olur. Dedik ya. Adam haklı beyler. 

Buyurun gelelim konunun içeriğine. 

Yazar sevginin türleri olduğunu ve bunun kendi içinde belirli değerleri taşıdığını ve sebep sonuç ilişkisi barındırdığını anlatıyor. Sevginin türlerinden ilki yazara göre "Eğer" türü sevgi. Bu türe göre sevgi anlayışı olan kişiler belli başlı beklentileri ya da istekleri karşılanmış olursa karşısındakini seviyor ve sevmeye devam ediyor. Nasıl mı oluyor bu sevgi. Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eger başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim gibi. Aslında Toyotome´nin bu anlatmış olduğu şeyin Türkçe karşılığı “Ne kadar ekmek o kadar köfte” olarak anlatılabilir. Bir şarta bağlı sevgi yani. Ne kadar sığ değil mi? Ama şöyle bi baktığımızda en çok rastlanan sevgi türünün de bu olduğu aşikar etrafımızda. Karşılık bekleyen sevgi. Özüne indiğinizde tamamen bir çıkar ilişkisi. Evet evet kesinlikle öyle. Baktığınızda etrafınıza iki aylık evlilikler de yok değil mi? Şöyle bir düşününce bu sevgi türü bir ticari anlaşma gibi sanki. 

Neyse gelelim ikinci tür sevgiye.

Toyotome´ye göre ikinci tür sevginin adı "Çünkü" türü sevgi. Bakın dostlar bu tür sevgide kabiliyet daha çok ön plana çıkıyor. Çünkü bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için seviliyor. Yani başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlı. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin(Yakışıklısın)." "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." Diyorum ya yeteneğinize göre. Aslında ben bu sevgi türüne “ego sevgisi” dedim. Karşındakinin egosunu ne kadar tatmin edersen o kadar seviliyorsun. İlk sevgi türünde de ego var ancak bu kadar bariz değil. Ne demiştik eğer türü sevgi için “Ticari anlaşma”. Her ne kadar yazara göre “Çünkü” türü sevgi “Eğer” türü sevgiye göre daha tercih edilebilirse de ben bu kanaate katılmıyor her ikisini de kumdan kale olarak görüyorum. Bu konuyu konuştuğum birkaç kişiden “Yahu sevgi diyoruz kardeşim sevgi. Konumuz aşk değil. Elbette ki ticari sevgide olur” yorumları aldım. Cevabım şuydu; “Olmaz kardeşim, olmaz. Onun adı ilişki olur”. Ve hâlâ aynı kanaatteyim. Başka insanların o kişiyi sevmesinden beslenen ve bundan tatmin olan kişilerin ruh hali bizim bahsettiğimiz “kişi sevgiye muhtaçtır” ruh halinden farklıdır. Yani birilerinin bizi sevmesi egomuzu okşar ,o kadar okşar ki bi bakarsın Instagram'da takipçi kasmışsın. Haydiii buyur. Ayrıca benden daha fazla sevecek birini bulunca beni bırakacak endişesinin olduğu bir duruma nasıl sevgi diyebiliriz. Sözün özü yazara göre eğer ve çünkü türü sevgi benim kanaatimde sevgi değil ilişkidir. 

Gelgelelim yazara sonuna kadar katıldığım, hepimizin özlemini ve açlığını çektiği, her nerede ve ne zaman kaybettiysek bir türlü bulamadığımız, şeytanın alıp götürdüğü ama satmaya kalksa herkesin alacağını bildiği için satmadığı sevgi türüne. Rağmen türü sevgi. "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor yazar ve ekliyor “Esmeralda, Qusimodo´yu dünyanin en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sevmedi mi?” Dostlar sevgi emek ister derler. Bu emek beni daha çok sevsin yada beni bırakmasın yahut şu şekilde olmalıyım ki koşullar yerine gelsin şeklinde değil de, “...rağmen bunu yapmalıyım” cümlesinin başına ne konulursa konulsun içinde ego ve beklenti olmaksızın harcanan şeyin adıdır.

Yahu insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir. Örf de, töre de, din de bunu söyler. İşte bahsettiğimiz “kişi sevgiye muhtaçtır” sözündeki muhtaçlığımız seven için de sevilen için de budur.

 Kendimizden fazlasına yetecek kadar sevgimizin kalmadığı bu zamanda, eğer ve çünkülerin olmadığı, içinde rağmenler barından sevgiler yaşamanız dileğiyle.

Selametle

18/06/2025

GECE

“Gece

İki hece

Gönlümce

Güzelce

Sevince…

Olmadı

 

Yeniden

Zevkinden

Fikir’den

Sözünden

Hüzünden...

Yine olmadı

 

Ya zevkinden

Ya fikrinden

Ya sevginden

Ya ömründen

Vermedikçe

Yaşanmaz…Gece… “


17/06/2025

Ekmekçi Dede

 

2016 yılı idi. Ankara'da Mamak'ın Akdere semtinde henüz inşaatı yeni bitmeye yüz tutmuş Ulu Cami’nin önünde öğle namazı için durdum. Zor bir park hamlesinden sonra kışın ayazının  verdiği o kemik kıran soğuğundan olsa gerek “umarım su sıcaktır” diye dua ediyordum. Caminin henüz bitmemiş abdesthanesinde ümitsiz bir şekilde musluğa bakıp buz gibi su da abdest alma cesaretini kendimde toplamaya çalışırken bir ihtiyar girdi içeri ellerinde poşetlerle. Oranın görevlisi mi bir berduş mu bilemedim. Süzdü kısa bakışlarla beni. “ Soğuk su da zor abdest değil mi? “ dedi. Ben de “Bu su da abdest alırsam belki dökülen günahlarımın sesini duyarım amca” dedim. Ses etmedi. Döndüm “ Ya duyarsam “ dedim gülerek. “ Peşine takılırım o zaman “ dedi. İkimizde güldük.  O poşetleri yerleştirmeye koyuldu ben abdeste.

Abdest bittikten sonra nereli olduğumu sordu ihtiyar. Gençler gelmiyor dedi. Bir maşallah çekti. Allah razı olsun genç gördü beni. Ben de ona sordum nerelisin diye. Kırşehirliymiş. Halinde sanki konuşası varmış gibi bir hava vardı. Soğuk değil mi amca? Dedim.  Sormamı bekliyormuş sanırım. Daha ilk “ Ahh evladım” deyişinden anladım susmayacağını. Bir hikâye geliyor dedim kendi kendime. Başka bir hayat ve yeni öğreneceğim yaşanmışlıklar manzumesi. İyice kuruldum belediyenin cami abdesthanesine hediye ettiği kırık banka. Anlat amca dedim hava soğuk belki içimiz ısınır. Yok dedi evladım yook. İnsanlar daha soğuk, çok soğuk. Hayırdır amca dedim evlat mı? eşin mi? kimdir bu soğuk olan? Ağzından duman çıka çıka anlatmaya başladı ihtiyar.

Ekmekçi dede diye birini duydun mu dedi. Yahu o Kütahyalı değil mi dedim. Tanıdığın mı? Yok dedi o ayrı. Ben dedi Ankara’nın ekmekçi dedesiyim. Allah Allah dedim. Hiç duymadım. Ekmek mi yapıyorsun? Yok evladım yok. Sende saf mısın (burada biraz haksızlığa uğradığımı düşünüyorum) ama hürmeten “Sanırım” dedim. Ben dedi ekmek toplarım. Bizim mahallede gezerken gözüme takıldı bir gün. Baktım her bahçenin demirinde ekmek var. Alırım onları. Durdu “Süte gelirler bizim buralara bilir misin?” . Dedim amca o kadar genç değilim. Güldü. Hah dedi ben o ekmekleri toplar sütçülere veririm. Ekmek verir süt alırım. Tam 8 yıldır.

İlk başta çok sıra dışı bir hikâye gelmedi bana. Ama devamı geldikçe ilginçleşiyordu.

Malum her şeyin olduğu gibi memleketimizde ekmek israfı da hat safhada. Günde 5 milyon ekmeğin çöpe gittiği ülkemizde bakmış bizim Ekmekçi Dede böyle olmuyor el arabasıyla çıkmış sokağa, başlamış ekmek toplamaya. Tam beş mahalle geziyormuş her gün. Topladığı ekmekler evde koku yapmaya başladığı için komşular şikayet etmeye başlamışlar. Kızı ve torunu da cabası tabi. Olay evden gitmeye kadar yüz tutmuş. Şikâyetler sonunda eve gelen belediye ekiplerine durumun vehametini anlatmaya çalışmış ekmekçi dede. “Yahu israf, ekmek atılır mı?”. Ama dinleyen kim? Bir tek sütçüler durumdan memnun tabi ama haliyle onların alacağı ekmek de sınırlı miktarda oluyormuş.

Yine de yılmamış ekmekçi dede. 150 kiloya kadar süt alabiliyor muş ekmekler karşılığında sütçülerden. 150 kilo süt. Düşünün. Hem de takasla. O sütleri ne mi yapıyor? Garip gureba ve özelliklede öğrencilere dağıtıyormuş ihtiyar.

Neyse yine bir gün komşuların şikâyetiyle eve gelen belediye ekiplerinden biri çok etkilenmiş durumdan. Yetkililere haber vermiş. Yetkililerde daha çok yetkililere haber vermiş. Meclisten birkaç kişi gelmiş bu ilginç konu nedir diye. Sonra Tarım Bakanlığı’nın Türkiye geneli büyük projesi olan Türkiye’deki israf olan ekmeklerin maliyetiyle neler yapılır araştırmaları ve toplumu bilinçlendirme çalışmaları. Hatta Ankara da yaşayanlar bilir. Metrolarda afişleri ve gerekli görselleri yayınlandı bir ara. Evet işte o kampanya ekmekçi dedenin vesile olduğu proje anlayacağınız.

Ekmekçi dedeye; Ankara'da Mamak'ın Akdere semtinde namaz için durduğum Ulu Cami’nin soğuk abdesthanesinden daha soğuk gelen şey hikâyenin burasında başlıyor.

Geceleri sabaha kadar öğrenci ve fakirler nasiplensin diye tam 5 mahalle gezen bu ihtiyarı ziyarete gelen yetkililer, Türkiye genelinde büyük bir projeye sebep olduğu için sadece ve sadece 1 kutu çikolata ve bir çiçek göndermişler. Haa birde basında birkaç yazı.

Sonrası mı?

Aile ferlerine kadar terkedilme çilesi, şikayet eden komşularla sürekli mücadele ve her geçen gün daha az süt vermeye çalışan sütçü. Sonrası aynı mücadele yani.

Ne kadar israfçı bir millet olduk değil mi? Sadece malı yahut günde 5 milyon ekmeği değil, emeği, vakti, fikri, nesilleri de israf etmiyor muyuz?

Somut ya da soyut her kıymetli şeyi dinin ve vicdanın uygun görmediği yerlere dağıtmaya israf denmez mi? Tabi ki cömertliğin fazlası da israftır ancak toplum ve birey olarak israfın ve cömertliğin neresindeyiz düşünmemiz gerekir. Paylaşmanın verdiği eşsiz mutluluk platolarına cömertliğin solunduğu hangi tepeden bakıyoruz. Birkaç hayır yapıp bunu reklam edip hem karşı tarafın duygularını hem de yaptığımız hayrın ecrini israf etmiyor muyuz? Yani beklediğimiz cömert toplum algısı bir tarafa dursun, toplum olarak sadece ekmeğimizi değil, duygularımızı, emeklerimizi, niyetlerimizi de israf ediyoruz aslında.  İnsanlarımızı ve insanlığımızı...  İşte bu yüzden soğuk geliyor Hakkı amcaya insanlar. Bu mücadeleler ise hala devam ediyor Hakkı amca için.

Vakit daraldı. Ağzından duman çıka çıka hadi namaz kaçacak dedi Hakkı amca. Kalk. Bende şu ekmekleri eve bırakıp geleyim.

Duyguların, fikirlerin, zamanın, sevgilerin israf  olmadığı günler dilerim.

Selametle 


15/06/2025

Tinnitus Şizofreni



Tinnitus Şizofreni


Bir melodi kulağımda,tınısını hiç duymadım.
Islık misali bir ses ,sanırım bu benim seytanim.
Hâlâ selimmi aklım , nasıl bir sihir bu anlamadım.
Fısıltılar fısıltılar ,
Bu seytan nefsimle oynar ne olur yardım et ALLAH’ım.
Beni ona birakma ; o olmaktan korkarım.
Onda yalanın biri bin para ,oysa kiymetlidir doğrularım.
Nefsim beni ona sakin satma ,yemin ederim seni yakarım.
Duyduğum sese kulak asma,onlar benim kabuslarım.
Nafile…

Dedim ya bu kabus şeytanın ta kendisi,
İşte başladı şeytan ile nefsimin söyleşisi…

DEDİM Kİ : Ey şeytan ! Nasıl bir şeysin sen?
DEDİ Kİ : Aynaya bak beni merak edersen .
DEDİM Kİ : Aynada bir acziyet. Ey nefs! Nedir bu rezalet . Nerede unutuldu mahremiyet , hani kutsal emanet?
DEDİ Kİ : Bana sorma , git de o çok bilen aklına sor . Bu devirde iman işi ateş topundan da kor .
DEDİM Kİ : Ey akıl! Bumuymuş senin ilmin . Nerede bugün güvendiklerin , nerede mübarek bildiklerin.
DEDİ Kİ : Neler oluyor bana, nerede hata yaptım . Kim koydu bu aynayı ? Bu aynada neye baktım .
DEDİM Kİ : Ey şeytan !Gördün mü bak! Bana neler yaptın ?
DEDİ Kİ : Masumum ben ey insan ! Ne yaptınsa kendin yaptın …

14/06/2025

Yokluk

 


Yokluk nedir?

Paranın olmayışı, sağlığın olmayışı, aşın olmayışı...?

Bir insan için bunların hepsi yokluk tanımı olarak kullanılabilir pek tabi. Ve hepsi birbirinden zor ve hepsi acı. 

Bugün bu tanıma başka bir açıdan baktım Ankara Hacı Bayram–ı Veli Camisi´nde, bir öğle namazı sonrası. 90´ına merdiven dayamış ihtiyar bir adam sayesinde. Komşumuz olan Hacı amcayı kaldığı gelininin evinden izinle alıp, O’na biraz hava değişikliği olsun diye geldiğim bu cami avlusunda ihtiyarlığın ne kadar zor olduğunu tekrar anladım. Renkli kareli gömleğinin üstüne giyilmiş, biri yeşil biri lacivert iki süveter ve üzerine biraz alışkanlıktan birazda şubat soğuğundan korur ümidiyle giyilen solmuş kahve renkli ince ceketi ve kafasında beresi ile bu ihtiyar adamla sadece öğle yemeği yemeyi nasip etmedi Allah bana, yokluğun ihtiyarlıktaki kavramsal değişimini de idrak etmem için bir yol açtı belki de. İhtiyarlığın yokluğu çok başka vesselam. Yaşlılıkta en çok ihtiyaç duyulan kavramların yani İnsanın ve vefanın yokluğu bu yokluk.

Paranın pulun var olmasına ve etrafının insan dolu olmasına karşı nasıl da yokluk içinde olur bir insan onu öğrendim. Olur dostlar olur. Yaşlanınca olur. İhtiyar olunca sen, kimse çekmez seni. Evladın başından atmaya çalışır, torun da mümkünse haftada bir yarım saat görünüp kaçmanın derdine düşer. İhtiyarsındır ve kimsenin seninle oturup geçmişi konuşmaya, ölmüş eşini yaad etmeye vakti yoktur. Nasıl olsa haftaya unutacağın için etrafı gezdirip sana şurası şöyle burası böyle demeye, bir park bankında o eski ören yerlerinin nasıl o hale geldiği ile ilgili sohbetlerine katılmaya etrafındakilerin vakti de sabrı da yoktur. Unutur genç torun, orta yaş ve dahi orta yaş üstü evlat, kendinin de yaşlanacağını. Bir gün bu muhabbetleri , bu duygu paylaşımlarını kendisinin de arayacağını ve belki bulamayacağını.

Yokluk kötü şey be dostlar. Hele ki insan yokluğu.

-Bir duygu paylaşımı hoş bir kelam olmadıktan sonra neye yarar ki bağ–bahçe, tarla–tapan.

İşte ihtiyarın bugün bana söylediği tamda buydu. Ve ekledi..

-Ben kaybolsam belki aramazlar bile...

İşte bu yüzdendi belki de yürürken elimden sırf kaybolmamak için sıkıca tutuşu.Hayata tutunuşu belki de. Şaka değil "Ben kaybolsam belki aramazlar bile" sözü. Bu denli yakınlarına güvenini yitirtmiş bir hayat. Sol elinde taşıdığı baston dahi umurunda değildi zaman zaman. Caminin kalabalıklığında beni kaybetmemesi gerekiyordu. Baston nasıl olsa bulunurdu. Dedim ya, O´na göre onu kaybedersem aramayabilirdim. Ve o evini bulmak için çok yaşlıydı. 

Vefaya ve insanlara güvenini yitirmiş bu ihtiyarı bu hale getiren nemiydi? İnanın bu yazıya sığdıramadım.

Belki başka bir yazıda. 

Kalabalık kelimeler içinde, insanın yokluğu, vefa kavramının ihtiyarlara ve ihtiyarlığa hayırsızlığını anlatan yalnızlık cümleleriyle anlatırım belki de.

Selametle.

Veysel Taner Uçar 


10/06/2025

Hangimiz Daha Yalnız?


  

Hayat yalnızlar ve yalnızlıklarla dolu. Kimimizin kalabalık ortamlarımızla gizlemeye çalıştığı, kimimizin ise açıktan açığa yaşadığı şey yalnızlık. En azından hayatımızın bir döneminde ve bence hayatımızın her evresinde iç dünyamızda yaşadığımız ancak üzerini kapattığımız bu kavram kimimize derin sarsıntılara yol açarken kimimize ise onunla yaşamayı öğretiyor. Yalnızlık… Tarih boyunca adına sınırsız şarkılar yazılmış sözler söylenmiş şiirler okunmuş. Kiminin düşmanı. Kiminin ise tek yoldaşıdır. Bir tanım isteseniz yalnızlık için dünyadaki yalnızlar kadar şahsına münhasır tanımlar çıkar yalnızlık üzerine. Ve milyarlarca hikâye.

Kim bu yalnızlar söylesenize bana. Kimden dinlemeli yalnızlığı.

Sosyal medyada binlerce arkadaşı olan ama kimsenin onu anlamadığını iddia eden, bir takım doktorların tanımına göre sosyal şizofrenler den mi ?

Bir tren istasyonunda yıllarca görmediği asker babasını elbette gelecek diyerek bekleyen 60 yaşındaki Mehmet amcadan mı?

Gece ayazında sabaha kadar onu terk eden sevgilisinin iş dönüşü indiği otobüs durağında bekleyen adamdan mı?

Kendisinin tanımıyla ifade ediyorum “Aynı şehirde aynı havayı soluduğum için her nefeste ciğerim yanıyor” diyen akrabası tarafından tecavüze uğramış ve bunu töre diye ölmemek için gizlemek zorunda kalmış genç kızdan mı?

Yüreğindeki kalabalıklarla ve heyecanla bir köyde yahut taşrada okumak isteyip de maddi imkânsızlıklar yüzünden babasının okutamadığı zeki çocuk çoban Ali´den mi?

Aşık Veysel misali karısının kendisini sevmediğini düşünen ve bunu şairliği, şiirleri ve yazılarıyla paylaşanlardan mı?

Kim bu yalnızlar söylesenize bana. Kimden dinlemeli yalnızlığı?

Tarla başında çocukları için çalışan kocasız kadından mı?

Koca bir ülkenin kaderi omuzlarında olanlardan mı?

Çalışmak zorunda olup ihtiyar anne-babasına bakmak zorunda olanlardan mı?

Geçmişi pişmanlıklarla dolu olanlardan mı?

İmkânsızlıklar içerisinde çırpınanlardan mı?

Yahut her şeyi olup da bir türlü aradığı huzuru bulamayanlardan mı?

 

Kim anlatsın bize kimden dinleyelim bu yalnızlığı. Hepimizde var olan bu duygu, bu gönül ıssızlığı nasıl dökülür kelimelere. Yok mudur bunun çaresi peki. İnsanlarla olan çatışmalarımız, anlaşmazlıklarımız, yitip giden duygularımız ve gönül dünyamızda açamadığımız açsak ta anlatamadığımız hallerimiz gibi birçok nedenin sonucu olan bu yalnızlıkların nedir çaresi ve neden etraf bu kadar yalnız dolu.

Sanırım bizlerin atladığı bir şey var. Asıl soru şu. Kimdir yalnız? Ve tanımı nedir?

Allah´ı tanımamak en büyük yalnızlıktır oysa. Gönlümüzün ummanın da ki derinliklerde kimimizin derin sarsıntılar yaşayıp kimimizin üstünü örttüğü duyguları ve hislerimizi kim bilebilir. Tabiki Allah. Peki en derin duygularımızı bilen Allah varken, bizi bizden çok seven ve bilen yaratıcı varken kim yalnızım diyebilir ve kim yalnızlığı tanımlayıp ona bir hak verebilir ki?

Birçok soru ve tek cevap Yalnızlık Allah´a mahsustur.

Yalnızlık içe yöneliş değil midir? Hani Yunus Emre demiyor mu içe yöneliş Hakka açılıştır diye. Kul için yalnızlık en büyük dosta ulaşmaktır.

Allah varken kim yalnızım diyebilir dostlar. Dünyevi derin acılar yalnızlığa nasıl sebep olabilir. Kim tanımlayabilir. Kıyamette Allah bize “Ben varken neden di bu kadar ümitsizlik” derse ne cevap veririz. O yüzden bence Hangimiz daha yalnız sorusuna cevap Allah tan değil de dünyadan medet umanlardır olmalıdır.

Allah´la beraber olanlardan olmamız duasıyla.

Selametle

08/06/2025

Depresif Aynalar



Dikine kesti bileklerini aynalar,
Yılların ihanetini sezince.
Kan kaybetmenin verdiği soğukluğu en iyi zaman anlar.
Ve aynaların arkasından bakmayı başaranlar
Evet işte onlar ,
10 parmaklı çizik bir surat yaparlar ihaneti kendilerinde görünce.
Kan damlar ,damlar, damlar…
Ve anlatır zaman,
Nede olsa 10 parmak izinin her biri depresif birer hikaye…


Mart 2012

07/06/2025

Kabağın Sahibi



          Siz kabağın sahibi hikayesini bilir misiniz? Geçen hafta içi haberlerde Tatlıcı Ali olayını izlerken bu hikayeyi hatırladım, yüzümde hafif bir tebessümle. Sofi kardeşlerimin iyi bildiği bir hikayedir bu. Bir kıssadan bin hisse tadındaki kabağın sahibi vakası. Hani şu zamanında Necip Fazıl’ın ressam arkadaşına “ Artık her şey o kadar ters gidiyor ki, bu yoldan nasibimiz kesildi diye korkuyorum” dediği ve “Hayır sen yola girdin bir kere , yol öyle bir yoldur ki seni sahipsiz koymaz “ diye karşılık bulduğu olayın günümüz versiyonu tadındaki hikaye.
           Hikaye şöyledir;

          Vaktiyle tasavvuf yoluna girmiş bir derviş, nefsle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makamı gereği her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir. Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
-Vur usturayı berber efendi, der.

Berber başlar dervişin saçlarını kazımaya. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak : - Kalk bakalım kabak, kalk da traşımızı olalım, diye kükrer.

Dervişlik bu. Sövene dilsiz, vurana elsiz gerekmiş ya. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahçup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar. Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: ‘Kabak aşağı, kabak yukarı.’

Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz bir kaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayrıihtiyari sorar :
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki bu kabağın bir de sahibi var. O gücenmiş olmalı!......

İşte yüzümdeki tebessümün nedeni beklide bu. Sofi Ali'nin sahibi. Yani kardeşim; Ali seni affeder hakıınıda helal eder de ya sahibi gücendiyse?

Selametle

04/06/2025

BOŞLUK

“ Adam yok..Makam çok!

Çok büyük bir boşluk var

Doldu demekle dolmuyor

‘Büyük’ var ama boşlukta var


Düşünen çok deliren yok!

Çok büyük bir boşluk var

Şüphe hiçbir yere sığmıyor

‘Akıl’ var ama boşlukta var


Münevver yok kitap çok!

Çok büyük bir boşluk var

Nesiller cehle doymuyor

‘İlim’ var ama boşlukta var


Sanatkar çok sanat yok!

Çok büyük bir boşluk var

Fikir sahnede can çekişiyor

‘Ruh’ var ama boşlukta var


Adanan yok aldatan çok!

Çok büyük bir boşluk var

Var demekle var olmuyor

‘İman’ var ama boşlukta var


Kalabalık çok meydan yok!

Çok büyük bir boşluk var

Kimse taşı gediğine koymuyor

‘Dava’ var ama boşlukta var


Hisseden yok yaşayan çok

Çok büyük bir boşluk var

Kazandım diyen kaybediyor

‘Hayat’ var ama boşlukta var


Mecnun çok Leyla yok

Çok büyük bir boşluk var

Gönüller hicran doluyor

‘Aşk’ var ama boşlukta var


Giden çok, geri dönen yok

Çok büyük bir boşluk var

Gel bu bahisi kapatalım

‘Ölüm’ var ama boşlukta var” 


Asaf Sarraf

03/06/2025

Dostluk

Çocuk olmanın verdiği saflık ve doğruluk. İhtiyacımız olan şey belki de budur hayatta. Hep çocuk kalabilmek. Geçen hafta oğlumla girdiğim bir diyalog bana bazı kavramlara bu yönde bakmam gerektiğini hatırlattı tekrar. İşte o yüzden yazıya çocuk kalabilmenin önemi diye başladım. 

Geçenlerde bizim oğlan okulda arkadaşıyla kavga etmiş. Duyunca çok şaşırdım. Pek kavgacı bir ruhu yoktur oysa. “Onu buna sürükleyen bir şey olmalı” diye düşündüm. Düzeltiyorum “Onu buna sürükleyen çok çok önemli bir şey olmalı” diye düşündüm. Çünkü başkasının canını yakmanın günahını iyi bilirdi oğlum. 
“Ne oldu?” diye sordum. 
“Baba o çocuk kankamın canını yaktı, bende onun canını yaktım”. 
“Oğlum” dedim “Canını yakanı affedecektin hani, öyle konuşmuştuk”. 
“Baba” dedi “Anlamıyor musun kankamın canını yaktı. Ve biz haklıydık. Ben onu koruyorum oda beni koruyor”. 
“Hmm! Tam anlayamadım” dedim “bu kanka nedir?. Arkadaş gibi bir şey mi acaba?”. 
“Evet” dedi, “Ama daha samimisi”. 
“Kardeş mi?” 
 “Olabilir”. 
Baktım kelimeyi hatırlayamadı, “Ha sen dosttan bahsediyorsun” dedim. 
“Evet” dedi. 
“Tamamdır iyi yapmışsın çok hırpalamasaydın” dedim. 
“Yok! Ben sadece kankamı korudum, aldım çocuğu yere attım onunda canı yanmış” dedi. “Kızdın mı” dedi, 
“Hayır dedim oğlum tam tersine haklısın aferim hep böyle yap”.

Kızmıştım ama oğluma değil. Bize! Ve toplumun aklının dağınık odalarında bir kavram daha düzene girmeli diye düşündüm. Kendi aklım gibi. 
Dostluk! 
Bu kavramlar da diğer kavramlar gibi çocukken saf halini koruyor ve büyüdükçe üstü ihanetler, ihtiraslar, çıkarlar, menfaatler yani kısaca olumlu olumsuz tecrübelerle kaplanıyor. Yosun tutmuş elmas gibi. Keşke tecrübelerimizi bu kavramların önüne geçirmeden yaşayabilsek. Ne ala. Ama çok zor.
Hani geçen gün vefa üzerine hasbihal ettiğimiz kişi vardı hatırlayan olursa. Ne demişti? “Vefa tek taraflı olursa insanı yorar kardeşim. Ama yorulsak da, biz vefamızı yani insanlığımızı kaybetmeyip yolumuza devam etmeliyiz”. Ve bunu söylerken hiçte gocunur bir tarafı yoktu. “Bana bunu nasıl yapar” lar la şişmiş bir benlik kazanıp, ama bir yandan da kaybettiğimiz insanlar. İşte dostluk; yalnızlığı göze alıp koca yürekli olabilmektir çoğu zaman. Çünkü vefa göstererek yaptığınız dostluklar beklediğimiz oranda geribildirim göstermeyebilir. İşte o yüzden ancak koca yürekli insanlar gerçek dost olabilirler. Çünkü onlar sadece kendileri için değil, ülkesi ve başkaları için yaşamayı becerebilenlerdir. Gerçek dostlar dostunu düşünendir. İyi gününde kötü gününde varlığını hissettirendir.

İnsan kardeşini, ailesini, akrabalarını seçemez. Ancak dostunu seçebilir. İşte bundandır ki hepimiz kendimiz gibi olan, kendimize yakın gördüğümüz kişileri dost ediniriz. Yine bundandır ki; başkalarının dostluğu üzerinde konuşurken kendi dostluğumuzu yani yüreğimizin büyüklüğünü de teraziye koymalı, bizim oğlan gibi dostunun canı yandığında neleri alıp yere çarptığının muhasebesini de hakkaniyetli bir şekilde yapmalıyız.

Üzeri yosun tutmuş, manadan kopmuş bu değer de diğer ahlaki değerlerimiz gibi kafamızın içinde dağınık bir oda misali. Hayatımızda ki yerinin tecrübelerimizin kötü örnekleri ile refere edildiği ve manasının kaybolup sadece lafızının zikredildiği bu değerlere sahip çıkmamız ve sürekli “Nerede o eskiler” diyerek yakınmak yerine, kendi yaşantımızda değer atfetmemiz ümidiyle.

Dostunuz bol olsun.

Selametle



01/06/2025

Bir Garip Ruya



Gece nefsimi gördüm bir denizin kıyısında
Sırtı bana dönüktü, aşağıdaki kayalığa ayaklarını salmış
İntihara meyilli akıl hastası çıkmazında
Şakağına dayadığı silahın soğukluğu açmış sımsıkı kapattığı gözlerini.
O an anlamış nerede olduğunu.
Ancak hatırlamıyor bu işin başını ve bilemiyor sonunu.
Nasıl oldu bilmiyorum ancak anladı arkasında olduğumu.
"Git buradan" dedi
"Artık bu işin sonu geldi.
Bilirim şeytan bana vesveseyi verdi.
Duymuyor musun bak bağırıyor
-Hadi yap! Korkak! Korkak!
Üstüne kan sıçramasın birazdan beynim patlayacak."
-Neden buradasın dedim
-Bilmiyorum dedi.
Rüyandaki bu deniz cahilliğindir belli ki.
Ama dedim cahil adam neye yarar.
O yüzden dedi buradayız. Şeytan seni ilmiyle boğar.
Git buradan çekeceğim tetiği ve artık benimle uğraşma.
Cahilliğin sonu belli olsun satıyorum seni şeytana.

Yapma diye bağırarak uyandım.
Allah im nasıl bir çıkmazdayım.


Mart 2016